İki Mehmet Ali, karşı karşıyaydı. Zaten ekrana gelir gelmez, “Hah, tamam aklama operasyonu başladı” demeden edemedim. (Ana Haber, Kanal D)
Birand, Erbil’e çanak sorular sordu.
“Ne oldu?” diyerek, durumu anlatmasını istedi.
Görüntüler zaten internette “sansürsüz” dolaşıyor. Birand “skandal anı”nı ekranda verdi, mahrem yerleri “buz”lanarak.
Bunun bir “şaka” olduğunu söyledi.
“Yol kazası mı?” sorusuna “iş kazası” diyerek altını çizdi.
Canlı programların her an tehlikeye maruz kalabileceğini söylerken, “Size her an kamyon da çarpabilir” sözüyle özetliyor “iş kazası”nı.
Erbil, lafı dönüp dolaştırıyor “sistem”e getiriyor!
“Sistem bizi bu hale getirdi” diyor. “Nedir bu sistem derseniz, pazar sistemi, kapitalist sistem, rating sistemi...”
“30 yıldır ilk kez başıma böyle bir şey geliyor.”
“Belli çevre”lere sitemini şu ifadelerle dile getiriyor:
“Benim ağrıma giden: insanların birden bire beni adeta ‘idam edelim,’ ‘yok edelim’ demeleri. Halbuki benim, ekranda görünmeyen birçok misyonum var. Bir tanesi, engelli insanlara yaşam sevgisi veriyorum, onlara ekmek parası kazandırıyorum...” diyerek bir de “siyasî ve insanî boyut” kazandırmaya çalışıyor.
Birand burada haklı bir soru sordu:
“Neden bu çıta aşağı indi?”
Erbil:
“Çıtayı sadece ben Mehmet Ali Erbil olarak indirmedim. Ahlâksızlığı ben yaymadım. Hep birlikte aşağı indirdik. Sistem reklam üzerine kurulu. Reklamı verenler tamamen ratinge bakıyor. Buna şartlar zorluyor.”
“Ama, bu olay bir dönüm noktası olabilir. Benim için iyi bir ders oldu. Düzenin de düşünmesi lâzım. AGB ölçümleri ile birlikte çözüm üretilmeli.”
Birand, entellektüel olmak adına mıdır nedir, ikide bir “toplum verdikçe istedi” diyor. Yanılıyor.
Topluma zorla dayatılmasa da, sistemli bir şekilde özellikle gençler üzerine yapılan yayınlar, dejenerasyona götürdü.
Dolayısıyla “toplum istemiyor” topluma “dayatılıyor.”
ÇÖPLÜK
“Üç kuruş para için gençlerin geleceğiyle, onuruyla oynanıyor.”
Bu sözleri “Ayna” grubu söylüyor.
“Magazin” dünyasına neden karşı olduklarını, niçin orada olmadıklarını şu şekilde izah ediyorlar:
“O dünyanın içinde olup da düzgün gördüğünüz biri var mı? Üreten biri var mı? Çocuğum onu örnek alsın dediğinizi biri var mı? Öyleyse bizim magazin çöplükleriyle işimiz yok.”
Ya televizyon yarışmaları? Grup üyesi Erhan Güleryüz, şöyle diyor:
“Bu yarışmalarda insanlar aşağılanıyor, üç kuruşluk adamlar, üç kuruş para için gençlerin, geleceğiyle, onuruyla oynuyor. Eskiden halkın gözünü boyamak, gündem değiştirmek için arenalarda insanları aslanlara yem ederlerdi. Şimdi bu yarışmalarda gençlerimizi yem yapıyorlar, bu toplumsal bir göz boyama.”
Ayna’dan Orçun Çolak, “Özellikle jüri diye oturtulan şaklabanlara çok sinirleniyorum. Hiçbiri bilgi ve fikir sahibi değil. Yıllar sonra bu günlere baktığımızda çok utanacağız” diyor. (Basın)
ÇİZGİ FİLMLER
Bugünkü gazetelerde “domuz karakterli çizgi film”lerin daha fazla olabileceğini tahmin ediyordum. Yanılmamışım.
Israrla diyorlar ki:
“Dünya bizi alaya alıyor.”
Yahu, neden alsın? Dünya bizim “hassasiyetimizi” bilmiyor mu?
“Domuzsever”lerin haber kaynağına bakın:
İngiliz ve Fransız haber ajansı... İyi de onların zaten “domuz ” gibi bir endişeleri yok ki.
Türkiye’deki insanların hassasiyetini bilmemeleri mümkün mü?
Bir okurumuz, çizgi filmlerin çocukların gelişiminde çok büyük etkileri olduğunu hatırlattıktan sonra, dinî ve ahlâkî değerlerimize aykırı çizgi filmlerin “ayıklanmasını” talep ediyor.
Diyor ki:
“Çocuklarımız ve ailemiz için en iyi kanallar olan STV, Dost TV, Kanal A, Meltem, Mesaj, Hilâl TV, Kanal7, Kanal5 ve yeni yayına başlayan Mehtap TV’nin çocukların dinî ve ahlâkî yönlerini geliştirecek çizgi filmler geliştirmelerini ve yayınlamalarını sizin aracılığınız ile talep ediyorum” diyor.
Elçiye zeval olmaz!
21.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|