Önce şu soruyla giriş yapalım:
Hangi Müslüman, sofrasında domuz eti görmek ister?
Ne kadar mânâsız bir soru değil mi?
Peki, hangi Müslüman, televizyonda her gün, aralıksız domuz görmek ister?
Üstelik çocukların vazgeçemediği bir çizgi filmde?
“Efendim, çizgi filmde küçücük domuz karakteri yüzünden Dünya basınına rezil olduk” diyor bazı beyinsizler.
Merak etmeyin, ekranda “domuz” izlememek Türkiye’yi “Suudi”leştirmez. Meseleyi “polemik” unsuru yapanlar bunu bal gibi biliyor.
Aptal olmayın!
Eğer inancımıza, düşüncemize, fikir altyapımıza ters ise, neden yasaklamayalım ki? Yahut niçin yasaklanmasın!
Yok eğer illa izlemek isteyen domuz hayranları varsa, çanak anteni veya kablolu yayınlardan bol bol izleyebilirler. Engel yok.
Hatta, o kadar uzağa gitmeyin. Her sabah atv’de “Garfield”i izlesin... Orada bol bol domuz figürü görmek mümkün.
Sözümüz aynı zamanda atv’ye... Gözümüzden kaçıyor sanılmasın. Hatta, ebeveynlerin şikâyetleri ayyuka çıktı, siz hâlâ kulaklarınızı mı tıkayacaksınız?
TRT bu tepkiler üzerine bir açıklama yapmış.
Diyor ki: Malzeme gelmedi ki sansür uygulansın? Walt Disney, çizgi film teslimine Temmuz ayında başlayacak. (Basın)
TRT kurum olarak yıpratılmak istendiğini ve bu haberin “yalan haber” niteliği taşıdığını söylüyor.
O halde bu “iddialar” durup dururken niçin ortalığa atıldı? Neden Walt Disney karakterlerinden bir tanesi öne çıkarılarak, haber malzemesi oldu?
Olayları iyi okumak lâzım.
Benim teorim şu:
Walt Disney Grubu, TRT ile zaten anlaşma imzaladı. Ama aralarında “Winnie ve Poth” çizgi filminde bulunan “piglet” karakteri yüzünden bu seriye ambargo gelebilir endişesi taşıdığı için, şimdiden sansasyon haber “yayarak” olabilecek bir yasağa takoz koydu.
Böylelikle TRT bu çizgi filmi denetimden bile geçirmeden ekrana getirecek ve “dünya kamuoyu”na dönüp şöyle seslenecek:
Bakın ben sizin bildiğiniz gibi “Suudi kafalı” değil, çağdaş ve muasır bir kurumum!
TRT bu tuzağı görmeli!
TÜRKÇE OLİMPİYADI
Tam 83 ülkeden 355 yabancı insan... ABD’den Vietnam’a, Brezilya’dan Şili’ye kadar yüzlerce insan bu olimpiyata katıldı. Hayır! Dünya Kupalarından bahsetmiyoruz!
4. Uluslararası Türkçe Olimpiyatı söz konusu... İstanbul Gösteri ve Kongre Merkezi’nde dereceye girenlere ödüllerini aldı.
Samanyolu TV’nin yanı sıra, TRT İnt, TV A gibi TV kanalları da zaman zaman canlı ekrana getirdi.
Yabancı insanların “dil”imizle hikâye, kompozisyon ve şiir okuması ve hatta türkü söylemesi gerçekten ilginç.
Hele Cumartesi akşamı ekranlar canlı yayında bu organizasyonu verirken, diğer kanallarda aynı saatte “Dans eder misin” gibi absürd yarışma gösteriliyordu. İşte Türkiye’deki tezatlardan bir tanesi aynı anda yaşanıyordu...
Bir tarafta, kendi kültürümüzü yaşatmanın çabası, diğer tarafta “kültürsüzlüğün” getirdiği tahribat.
Mücadeleye devam... Organize edenleri yürekten kutluyorum.
ÖLMÜŞÜN YAŞI...
Ölmüş bir adamın yaşı olur mu? Bir adamın hayatı son buldu ya, yaşı da “nihayet”e ermiş demektir.
Neymiş, “Freud 150 yaşında”
Ruhun karmaşık biyografisini yazan Sigmaund Freud, eğer gerçekten yaşamış olsaydı 150 yaşında bile olmak istemeyecekti.
SIKICI FİLM
Gözden kaçan röportajdan bir paragraf sunmak istiyorum size:
“Atatürk’ün filmlerinin tamamı çok sıkıcı. Hepsi de birbirinden tatsız. Seyretme isteği uyandırmaz. Nedense Rutkay Aziz oynar, bütün Atatürk’leri. Biz de ‘Niçin bütün Atatürk filmlerini aynı kişi oynar’ diye merak ederiz. Atatürk hep tek tipmiş gibi sunulur. Kaskatı, ciddî bir adam. Böyle olması mümkün mü? Öyle bir adam bir şey yapabilir mi? Halbuki, akşam oturup içiyor, kendi dalgasında. Karanlıkta yol buluyor. Bunun bir iç sıkıntısı olmaz mı insanda? Sanırsınız Atatürk’te bir ön bilinç var, yüzyıl sonrasından olduğu güne bakıyor. ‘Evet, şimdi bunu yapalım, sonra bunu yapalım’ diyor.” (Yapımcı Fatih Aksoy, Vatan, 14.06.06)
Sahi, hani Atatürk filmi yapmak için ortaya “sazan” gibi atılanlar? Nerede şimdi? Yoksa bu tartışmanın mevsimi gelmedi mi daha?
20.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|