|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
“Ey Rabbimiz,” derler. “Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk; onlar da bizi yoldan çıkardılar.”
Ahzâb Sûresi: 67
|
20.06.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
İdarecilerinizden biri size Allah'a isyan sayılan birşey yapmanızı emrederse ona itaat etmeyin.
Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3599
|
20.06.2006
|
|
Ebeveynine hürmet etmeyen, aynıyla muamele görür
—Dünden devam—
Ey insan! Madem canavar sûretinde bir hayvan (kedi), insanların hanesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor. Öyleyse, mahlûkatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyân aceze, alîl ihtiyareler; ve alîl ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyade lâyık ve müstehak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde dahi en hakikî dost ve en sadık muhib olan peder ve valide, ihtiyarlık hâlinde bir hanede bulunsa, ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet ve “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti”1 ne derece sebeb-i def-i musibet olduklarını sen kıyas eyle.
İşte, ey insan, aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın. “Her amel kendi cinsinden bir amel ile karşılık görür” sırrıyla, sen valideynine hürmet etmezsen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir. Eğer âhiretini seversen, işte sana mühim bir define: Onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. Yoksa onları istiskal etmek, ölümlerini temennî etmek ve onların nazik ve seriü’t-teessür kalblerini rencide etmekle, “Dünyada da, âhirette de ziyana uğradı.” (Hac Sûresi, 22:11) sırrına mazhar olursun. Eğer rahmet-i Rahmân istersen, o Rahmân’ın vedîalarına ve senin hanendeki emanetlerine rahmet et.
Âhiret kardeşlerimden Mustafa Çavuş isminde bir zat vardı. Dininde, dünyasında muvaffakiyetli görüyordum, sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki, o muvaffakiyetin sebebi: O zat ise, ihtiyar peder ve validelerinin haklarını anlamış ve o hukuka tam riayet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş, inşaallah âhiretini de tamir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen, ona benzemeli.
Allahım! “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyuran zâta ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm et.
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.”
(Bakara Sûresi, 2:32.) Mektûbât, s. 252
Dipnotlar:
1- El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:163.
Lügatçe:
mükerrem: İkram olunmuş, hürmet ve tazim olunan.
alîl: Hasta, hastalıklı.
sebeb-i def-i musibet: Musibeti def etme sebebi.
valideyn: Ana baba.
istiskal: Ağır bulup hoşlanmadığını anlatma.
seriü’t-teessür: Çabuk üzülen.
vedîa: Emanet.
|
20.06.2006
|
|
On lâtife, mânâ-yı harfî ve mânâ-yı ismî
Bediüzzaman Hazretleri, bu tarihte Barla’dadır. Talebelerinden Refet Bey’in kendisine sorduğu iki suâle, cevap mahiyetinde bir mektup yazar ve bunu Lâhika Mektupları içerisine de koydurtur. Bu mektubu aşağıya aynen alıyoruz:
“(20 Haziran 1934 Çarşamba)
“Aziz, sıddık, meraklı kardeşim Refet Bey,
“Mektubunda letâif-i aşereyi sual ediyorsun. Şimdi tarikati ders vermek zamanında olmadığımdan, tarik-i Nakşî muhakkiklerinin letâif-i aşereye dair eserleri var. Şimdilik vazifemiz ise, istihrac-ı esrar olduğundan, mevcut mesâili nakil değildir. Gücenme, tafsilât veremiyorum. Yalnız bu kadar derim ki:
“Letâif-i aşere, İmam-ı Rabbânî kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ, insanda anâsır-ı erbaanın herbir unsurdan o unsura münasip bir lâtife-i insaniye tâbir ederek, seyr-i sülûkta her mertebede bir lâtifenin terakkiyâtı ve ahvâlinden icmâlen bahsetmiştir.
“Ben kendimce görüyorum ki, insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letâif var; onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hattâ hükemâ ve ulemâ-yı zahirî dahi, o letâif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahirî, havass-ı hamse-i bâtına diye, o letâif-i aşereyi başka bir sûrette hikmetlerine esas tutmuşlar.
“Hattâ avâm ve havas beyninde teâruf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikin letâif-i aşeresiyle münasebettardır. Meselâ vicdan, âsab, his, akıl, hevâ, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letâifi, kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letâif-i aşereyi başka bir sûrette gösterir. Daha bu letâiften başka sâika, şâika ve hiss-i kablelvuku gibi çok letâif var. Bu meseleye dair hakikat yazılsa çok uzun olur. Vaktim de kısa olduğundan, kısa kesmeye mecbur oldum.
“Senin ikinci sualin olan, mânâ-yı ismî ile mânâ-yı harfînin bahsi ise, ilm-i nahvin umum kitapları başlarında o mesele izah edildiği gibi, ilm-i hakikatin Sözler ve Mektubat’lar namındaki risâlelerinde temsilâtla kâfi beyanat vardır. Senin gibi zeki ve müdakkik bir zata karşı, fazla izahat fazla oluyor.
“Sen aynaya baksan, eğer aynayı şişe için bakarsan, şişeyi kasten görürsün. İçinde Refet’e tebeî, dolayısıyla nazar ilişir. Eğer maksat, mübarek simanıza bakmak için aynaya baktın; sevimli Refet’i kasten görürsün, ‘Fetebârekâllahu ahsenü’l-halıkîn’ (Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah’ın şanı ne yücedir-Mü’minun Sûresi: 14) dersin. Ayna şişesi tebeî, dolayısıyla nazarın ilişir. İşte birinci sûrette ayna şişesi mânâ-yı ismîdir; Refet mânâ-yı harfî oluyor. İkinci sûrette ayna şişesi mânâ-yı harfîdir, yani kendi için ona bakılmıyor, başka mânâ için bakılır ki, akistir. Akis mânâ-yı ismîdir. Yani ‘Mânâsı kendisine delâlet eder’ olan târif-i isme bir cihette dahildir. Ve ayna ise ‘Mânâsı başkasına delâlet eder’ olan harfin târifine mâsadak olur.
“Kâinat, nazar-ı Kur’âniyle, bütün mevcudatı huruftur, mânâ-yı harfiyle başkasının mânâsını ifade ediyorlar. Yani, esmâsını, sıfâtını bildiriyorlar. Ruhsuz felsefe, ekseriya mânâ-yı ismiyle bakıyor, tabiat bataklığına saplanıyor. Her neyse...
“Şimdi çok konuşmaya vaktim yoktur. Hattâ Fihristenin en kolay, en mühim, en âhir parçasını dahi yazamıyorum. Senin ders arkadaşların, bilhassa Hüsrev, Bekir, Rüşdü, Lütfü, Şeyh Mustafa, Hafız Ahmed, Sezâi, Mehmedler, Hocalara selâm ve mübarek hanende mübarek mâsumlara duâ ediyorum.
“El-Baki Hüve’l-Baki
“Kardeşiniz Said Nursî”
|
20.06.2006
|
|
Evrâd-ı Kudsiye'den
46. Hâ mim ... (7 defa) İş bitti, zafer geldi, onlar bize galib gelemezler.
47. Hâ mim. Bu Kitap, kudreti her şeye galib olan, ilmi her şeyi kuşatan, günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azâbı şiddetli ve lütfu bol olan Allah tarafından indirilmiştir. Ondan başka ilâh yoktur. Dönüş ancak Onadır.
48. Allah, kudretiyle dilediğini yapar. İzzetiyle dilediği hükmü verir.
49. Hâkimiyetinde Onunla mücâdele eden yoktur. Mülkünde şeriki bulunmaz.
50. Allah’a hamd ederek Onu her türlü noksan sıfattan tenzih ederiz. İyiliğe kuvvet verme ve kötülükten sakınma ancak Onun yardımıyladır. Allah’ın dilediği olur. Dilemediği ise olmaz.
51. Biliyorum ki Allah, her şeye kadirdir.
52. Şüphesiz Allah ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Her şeyi tek tek bilmektedir.
53. Allah’ım, bizi gazabınla öldürme, ibret verici azâbınla helâk etme. Bundan önce bizi affet, ey merhametlilerin en merhametlisi!
|
20.06.2006
|
|
Zübeyir Gündüzalp'in kaleminden
Allah bir kapı kaparsa, başka bir kapı açar
Cenâb-ı Hak, hikmeti olarak bir kapıyı kaparsa, fazl-u keremiyle başka kapı açar.
Muarız; lütuf, kerem, semahat görürse, artık ondan kötülük gelmez.
Kötülük etme, sonra iyi dosttan dahi kötülük görürsün.
Ferasetli ve iyi adam, kötülerin bir iyi tarafını bulur, o iyiliği takdir eder. Şerri ve kötülüğünü hafifletmeye veya gidermeye böylece muvaffak olur. Zira köpek bile ekmeğini yediği takdirde seni muhafaza eder.
|
20.06.2006
|
|
Emevi ve Abbasileri haber vermesi
Hem, nakl-i sahih-i katî ile, Emeviye devletinin zuhurunu ve onların padişahlarının çoğu zalim olacağını ve içlerinde Yezid ve Velid bulunacağını ve Hazret-i Muaviye, ümmetin başına geçeceğini, “Başa geçtiğin zaman affedici ol ve âdil davran” fermanıyla rıfk ve adaleti tavsiye etmiş. Ve Emeviyeden sonra “Abbas’ın oğlu siyah bayraklarla zuhur eder ve uzun müddet saltanat sürerler” deyip, devlet-i Abbasiyenin zuhurunu ve uzun müddet devam edeceğini haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.
Mektûbât, s. 104
|
20.06.2006
|
|
|
|