Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 20 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Mustafa ÖZCAN

Ayasofya’ların ortak kaderi mi

İştip’ten dönüş yolunda Ohri gölü kıyısında seyran ederken, akşama yemeğe Struga’ya geldik. Burada Ohri’de tutulan balıklarla karnımızı doyurduk. Biraz ihtiyatsız ve tedbirsiz davranmış ve nasıl olsa Haziran diye yanımıza ceket falan almamıştık. Lokantaya girdikten sonra, yağmur yağmaya başladı. Bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Bereket, lokantadan üzerimize örtecek atkı ve şal getirdiler. Oranın adeti üzerine, sodalarla birlikte yemeğimizi yedik. Yemek yediğimiz mahal açık bir yerdi. Yemekten sonra kahvehane bölümü gibi olan kapalı mekânı keşfettik. Hemen kendimizi oraya attık.

Arnavutlar acıyı çok severler. Acı biberlerin bazı çeşitlerine Arnavut biberi derler. İtiyadım üzere, Üsküp’e gittiğim yıllarda mutlaka dönerken, beraberimde kurutulmuş kırmızı biber de getirirdim. Arnavutlar kahveyi, hem de acısını çok seviyorlar. Ben de son yıllarda aynı tarza alıştım. Mırra gibi bir kahve getirdiler. Arkadaşlar şeker koydukları halde, içmekte zorlandılar. Ben ise, şekersiz, yani katıksız kahveyi bitirdim. Yüzüme acı acı baktılar. Evliya Çelebi olsaydı, bunu daha tafsilatlı ve mübalâğalı anlatırdı elbette. Bizim edebî gücümüz onunkine yetişmediği ve erişmediği için, bu kadarla iktifa ediyoruz..

Oralarda evlerin dışında kahvehanelerde, pek Türkiye’deki gibi çay servisi yok. Ender yerlerde bulunabiliyor. Daha ziyade, kahve çeşitleri tüketiyorlar. Hatta Arnavutların kilo kilo kahve tükettikleri söyleniyor.

Drina Nehri ile Ohri’nin buluştuğu noktada, yılda bir defa meşhur şiir akşamları tertip edilir. Sonra bu adet Sapanca’ya taşındı. 50 yılı aşkın bir süredir devam eden bu gelenek, içinde Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi, Türk şairleri geçmişte ödül almıştırlar. Yahya Akengin, Yavuz Bülent Bakiler ve Cumali Ünandı, Hasan Nebioğlu gibi şairlerimiz de belli zaman dilimlerinde her yıl tertip edilen şiir akşamlarının konukları olmuşlardır.

Struga dünyanın en güzel mekânlarından birisidir. Buranın güzelliğinin bir parçası da manevî, yani metafizikîdir. Fizikî ve metafizikî güzellik burada buluşmuştur. Bu manevî güzelliklerden birisi, Ohri ile birlikte Halveti tekkesine (Halveti Hayati Hasan Baba Tekkesi) sahip olmasıdır. Hasan Sezaî ve İbrahim Gülşenî ekolünden gelen bu dergâh, halen Makedonya ve civarına irfan ve hikmet saçmaktadır.

Struga’da muhteşem bir Halvetî tekkesi var ve burada sabah; akşam ve Cumaları dersler yapılıyor. Zikir halkaları kuruluyor. İstanbul’da Karagümrük’te kaim olan Halveti-Cerrahi tekkesindeki gibi, sigara serbest. Gerçekten de tekkeleri gezerken, insana sekînet iniyor. Bir tarafta dervişânın halkalanıp oturduğu sohbet ve zikir çektiği dergâh var, diğer tarafta dergâha bitişik oda da namazlarını edâ ettikleri mescid.

“Özal”ın ziyaret ettiği dergâh” olarak ünlenen kısaca Halvetî Dergâhı olarak geçen Halvetî Pir Muhammed Hayatî tekkesi, yani ana tekke daha tefurruatlı. Ohri’deki tekenin banisi ve şeyhi Pir Muhammed Hayatî Halveti. Onun da şeyhi meşhur Hasan Sezaî Hazretleri. Pir Muhammed Hayatî Hazretleri daha sonra Rumeli’nin önemli kültür merkezlerinden Serez’e geçerek, orada mukîm yine başka bir Halvetî şeyhi olan Hüseyin Baba’nın yanında ve dergâhında pişmiş ve onun halifesi olmuş. Bilâhare Torbeşlerin diyarı olarak da bilinen Kırçova’ya geçmiş ve oradan da Ohri’ye intikal ederek şimdiki tekkeyi kurmuş.

Struga’daki şubesinin banîsi ise, Halvetî Hayatiye koluna bağlı Şeyh Osman Halvetî’dir. Ohri’deki tekkeye vardığımızda Türkiye’den Diyanet görevlisi olarak gönderilmiş Ali Günaydın Hoca ile karşılaştık; körpe talebelerine Kur’ân elifbası ve Kur’ân okutuyordu. Tekkedeki mescidde Türkçe vaaz ve hitabette bulunuluyormuş. Maalesef Ohri’de din hizmetleri biraz zayıf. Civardan şikâyet üzerine sabahları ezan okunamıyormuş. Ama sair vakitlerde ezan okunuyor.

HASAN SEZAî HAZRETLERİ KİMDİR?

Hasan Sezaî; İslâm âlimlerinden ve meşayıhından olup, ismi Hasan bin Ali, mahlâsı Sezaî’dir. Tasavvufta Gülşenî yoluna mensup idi. 1669 (H. 1080) yılında Gördes’de doğdu. Şehrin bugünkü adı Korent olup, Yunanistan sınırları içinde kalmıştır. 1738 (H. 1151) senesinde Edirne’de vefat etti. Kendi ismi ile anılan dergâhının bahçesinde defnedildi.

Hasan Sezaî, on sekiz yaşına kadar, doğum yeri olan Gördes’te kaldı. 1687 senesinde Venedikliler o beldeyi istilâ edince, gemi ile Gördes’ten İstanbul’a geldi. Yolculuk esnasında, Halvetiye yolunun büyüklerinden biri ile tanışıp sohbetinde bulundu. Hasan Sezaî, genç ve yakışıklıydı. Zahirî güzelliğe sahip olduğu gibi, edep ve ahlâkının fevkalâde olması ve çok iyi terbiye edilmesiyle batınî güzelliğe, kalb ve ruh temizliğine sahip idi. Anlayış ve istidadının pek çok olması, ilerde yüksek ilmî mertebelere yükseleceğini gösteriyordu.

İstanbul’dan Edirne’ye geçen Hasan Sezaî bir taraftan oradaki âlimlerden zahirî ilimlere tahsil ederken, diğer yandan kendisini tasavvuf yolunda yetiştirip, manevî terbiye verecek bir rehber aradı. Gemi yolculuğu esnasında tanıştığı zâtın tesiri ve gördüğü bir rüyâdaki işaret üzerine, Aşık Musa Dergâhında bulunan Şeyh Muhammed Sırrî Efendiye intisap edip, bir müddet hizmetinde bulundu. Muhammed Sırrî’nin vefatından sonra onun vekili olup, yerine geçen Mahummed La’li Fenaî Efendiye bağlandı. Muhammed La’li Efendi aslen Kastamonulu olup, Edirne’de Şeyh Şüca Zaviyesinde talebe yetiştirmekle meşgul idi. Hasan Sezaî’ye dergâhın vakıflarının icarlarını toplamak vazifesi verildi. Bunun için Sezaî’ye; Cabi Dede Efendi de denilmiştir. Hasan Sezaî ondan mezun olup, Gülşenî Veli Dede Dergâhının şeyhi oldu. Buradaki vazifesi altı ayı dolunca, hocası Muhammed La’li’nin halifesi olan Muhammed Hamdi Efendi vefat etti. Bunun üzerine Sezaî onun yerine geçti.

Hasan Sezaî Efendi bir gün talebeleriyle sohbet ederken, kalp gözüyle hocası La’li Efendinin vefat ettiğini anlayıp, şiddetli üzüntüye kapıldı ve kendinden geçerek yere düştü. Bu esnada bir dişi kırıldı ve bu dişi bir tahtaya saplandı. Günümüzde de bu dişi, mihrabın sağ tarafında bulunmakta ve ziyaret edenler tarafından görülmektedir.

Hasan Sezaî Efendi bir ara İstanbul’a gelmişti. Daha önce Edirne’de iken ismi her tarafta duyulmuş olduğundan, İstanbul’a gelince, birçok kimse onu görmek arzusu ile bulunduğu yere akın etti. Fakat o, tevazuunun çokluğundan, gayet sakin idi. Böyle gelip sohbette bulunanlardan bazılarının kalbine, Hasan Sezaî’yi tahmin ettikleri gibi bulamama düşüncesi geldi. O gece bu kişilerin her biri, rüyalarında Resûlullah Efendimizi ziyaret için Medine–i Münevvere’ye gittiklerini, fakat kapıda Hasan Sezaî’nin bulunduğunu ve huzûr–ı saadete girebilmek için onun yardımı gerektiğini gördüler. Ertesi gün rüyalarını birbirine anlattıklarında, hepsinin aynı rüyayı gördükleri anlaşıldı. Böylece Hasan Sezaî Hazretlerinin, Resûlullah Efendimizin varisi olan büyük âlimlerden olduğunu yakînen anladılar.

Hasan Sezaî Hazretleri daha sonra Mısır’a gitti. Kahire’de, Gülşenî Dergâhında vazife yapan İbrahim Çelebi tarafından, Gülşenî meşrebinde ikinci pir olarak kabul edildi.

AYASOFYA’LARIN ORTAK KADERİ Mİ?

Ayasofya, terkip olarak “yüksek hikmet” demektir. Rusya’ya Hıristiyanlık İstanbul’dan ve Ayasofya üzerinden gitmiştir. Ve Ayasofya adını taşıyan birçok kilise vardır. Bunlardan birisi, İstanbul’daki meşhur Ayasofya Kilisesi’dir. Bir başkası da Ohri’de, aynı akibeti paylaşan başka bir Ayasofya Kilisesi’dir. Camiî iken kiliseye, kiliseden sonra da müzeye çevrilmiş. Ayasofya Müzesine giden yol üzerinde Osmanlı’dan kalma tarihî evler var. Nur Akın’ın ‘Balkanlar’da Osmanlı Yapıları’ başlıklı çalışmasında bu evlerin özelliklerini ve mimarî çizimlerini ayrıntısıyla bulabilirsiniz. Zeynel Paşa Camii bu ata yadigârı eserlerden birisi. Bir zamanlar, Müslüman nüfus ile gayr-i Müslim nüfus şehirde aynı ağırlıkta imiş. Şimdi ise, dengeler değişmiş. Makedonya genelinde olduğu gibi, burada da Müslüman çoğunluğu Arnavutlar oluşturuyor. % 8’lik bir Türk nüfusu var. Ayrıca Torbeş denilen Makedon asıllı Müslümanlar da bulunuyor.

ŞİİR TADINDA BİR ŞEHİR...

Ohri Gölüne paralel Arnavutluk sınırına doğru 30 km gidildiğinde, derin ve bir o kadar da geniş Ohri gölünü besleyen kaynağa ulaşıyorsunuz. Belki de gününüzün yarısını eşsiz manzaraya ayırmalı, Arnavutluk’la Makedonya’nın kesiştiği yerde, maviyle yeşilin aşkına şahit olmalısınız. Bana bir yerde burası Hartum ile Ümmü Durman arasında Mukran veya Mülteka’n Nileyn denilen yeri de hatırlattı. İnsan ebediyete kadar Struga veya Ohri’nin fizikî ve metafizikî böğründe veya haziresinde yaşamak ister. İranlılar eski başşehirlerinden olan İsfahan için ‘İsfahan nim cihan/İsfahan dünyanın yarısıdır’ derler. Bu söz, Acem mübalâğasına hamledilse de, hepten yanlış değildir. Azerîler de ‘Tebriz olmasaydı’ diye bir kayıt düşer ve karşılık verirler. Struga ile Ohri de İsfahan ve Tebriz gibi çekişirler. Güzellerin çekişmesi ve işvesi hoştur. Buna binaen ehli dil geçmişten geleceğe: “Bu dünyada Struga gibisi yok” deyip kestirip atmışlar. Konyalılar da galiba aynı anlayışla ‘Gez dünyayı, gör Konya’yı demişlerdir...” Konya veya İsfahan’a bir şey demiyoruz, ama Struga bir başka...

—Devam Edecek—

Mustafa ÖZCAN

20.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (19.06.2006) - Manastır ve Resne boylarında

  (18.06.2006) - Balkanlarda bir Osmanlı ülkesi

  (17.06.2006) - Üsküp’ü yakan Neron

  (16.06.2006) - Balkanları Osmanlı kaybetmedi

  (15.06.2006) - Makedonya ve 28 Şubat

  (14.06.2006) - Sarı Saltık’ın izinde Balkanlar’da

  (13.06.2006) - Bursa-Üsküp hattı

  (12.06.2006) - Deniz Feneri ile suyun öte yakasında

  (05.06.2006) - Çalışan kadına geniş sosyal haklar verilmiş

  (04.06.2006) - Kültür ve inanç şehri: Kum

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004