Muhammed Özel: Risâle-i Nur’da geçen sarıklı genç hakkında bilgi verir misiniz? Bu sarıklı genç şahıs mıdır, yoksa cemaat midir?”
Üstad hazretleri, Hulusi Ağabeyin bir rüyası münasebetiyle rüya ile ilgili yedi nükteli bir hakikati bildirdikten sonra, Hulusi Ağabeyin rüyada gördüğü sarıklı genci şöyle yorumluyor: “Sarıklı küçük, genç bir zat ise, Hulusi’ye omuz omuza verecek, belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzettir. Bazılarını zannederim, fakat kat’î hükmedemem. O genç kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zattır” der.
Allah daha doğrusunu bilir;
1- Eğer bu cümleyi olduğu gibi anlayacak isek; her bir nur talebesi, ücret, makam ve taltif noktasında değil; iş, hizmet, vazife, sahiplenme ve verimlilik noktasında kendisini böyle Allah’ın yardımıyla meydana atılmış bir genç bilmelidir. O halde bir nur talebesinin, hizmet ve sorumluluk açısından kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir genç araması doğru olmaz. Bu, alması gereken sorumluluğu ve görevi başkasından beklemek demek olur, başkasına havale etmek demek olur. Öyleyse her bir nur talebesi kendisini o sarıklı genç bilir. Allah’ın kendisine bahşettiği kuvveti kullanarak elinden gelen iman hizmetini yapar. Kendisine düşen görevde ihmalkârlık yapmaz.
2- Burada mecazî olarak şahıstan bahsedilmiş, bununla şahs-ı manevî kast edilmiş olabilir. Bilindiği gibi Risâle-i Nur mesleğinde şahs-ı mânevî vardır ve esastır, havuz vardır; fakat benlik yoktur, şahısçılık yoktur. Üstad Hazretleri bile Risâle-i Nur’u ve Kur’ân hizmetini kendi zatına odaklamaz. Bedîüzzaman, “Risaleler kendi malım değil, Kur’ân’ın malı olarak, Kur’ân’ın reşehât-ı meziyâtına mazhar olduklarını izhar etmeye mecburum. Lezzetli üzüm salkımlarının hasiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim”1 der. O halde kuvve-i velâyetle meydanda bulunan şahsı, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi bilmek daha doğru olur.
***
Diyarbakır’dan okuyucumuz: “1- Tarihçei Hayatta “beklenen bir asır sonra gelecek o zat ....” diye bir ifade geçiyor. Bu ne anlama geliyor? 2- Tarih kitaplarında eski insanların mağaralarda vahşi bir hayat yaşadıkları, bazı bulguların bunu doğruladığı iddia ediliyor. İslâma göre böyle bir şey olabilir mi?”
1- Risâle-i Nurların muhtelif yerlerinde dile getirilen “beklenen bir asır sonra gelecek o zat ...” tarzındaki ifadeler, kanaatimizce, Üstad Said Nursî Hazretlerinin İslâm ümmetince tartışılan, fakat bilinmeyen bir konuyu istiare san'atıyla belirlemesidir. Kast edilen; bir asır sonra Risâle-i Nur’un dünya çapında genişleyen hizmetleridir. Üstad orada Risâle-i Nur’dan, “gelecek zat” olarak bahsetmiştir. Çünkü Risâle-i Nur, telif edildiği zaman diliminden itibaren giderek genişleyen, açılan ve inkişaf eden bir hizmet istidadına sahiptir. Bu bir kehanet değildir. Bunu inşallah istikbal gösterecektir.
2- Vahşet, yalnız eski insanlara mahsus bir olgu değil; günümüzde de şahit olduğumuz insanın dehşetli bir zaafıdır. İnsanın mağarada yaşaması da insanın onuru ile bağdaşmayan bir hadise değildir. Mağaralar bu günkü harçla ve briketle örülmüş betonarme binalardan daha sağlam fıtrî taş binalardır. Eski insanların fıtratla daha çok örtüşen bir hayat yaşadıkları gerçektir.
Fakat meselâ ateşi rast gele sürterek buldukları, ilk yazıyı falancaların yazdıkları, ilk insanların işaretlerle konuştukları gibi söylemlerin çoğunun doğruluğu şüphe götürür. Çünkü vahiy elinin, yani peygamberlerin insanlık medeniyetine katkıları çok yüksek olmuştur. Tarih kitaplarında bundan bahsedilmiyor. İlk kitabın Hazret-i Âdem’e indiği, bütün isimlerin ona öğretildiği, ilk konuşanın Hazret-i Âdem olduğu, keza ilk buğday ekenin Hazret-i Âdem olduğu bilinmekle beraber, ateşi yakmanın ve buğdayı pişirmenin de vahiy eliyle ona gösterilmiş olması pek muhtemeldir.
Dipnot: 1- Mektûbât, s.358
13.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|