Uluslararası raporlarla Türkiye’nin “demokrasi”, “hukukun üstünlüğü”, “yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı”yla “yolsuzluklarla mücadele” endekslerinde “hibrit/melez demokrasiler”-“otoriter ülkeler” arasına düşerken, “kayyım” oldubittileriyle çifte standartlı, yaman çelişkili partizanca çirkin siyasetle demokrasi ve hukuk tamamen ortadan kaldırılıyor.
Bilindiği gibi daha geçen dönemlerde yargının “temiz” kağıdı verdiği, yüksek yargı organı Yüksek Seçim Kurulu’nun onayıyla girdikleri seçimlerde HDP’den seçilen belediye başkanlarının hemen hemen hepsi (65 belediye başkanı) hiçbir mahkeme kararı olmadan görevden uzaklaştırılıp yerlerine seçilmiş Belediye Meclisi’nden değil de “iktidar cephesi”nden aday olup seçilememiş partili adayların, partili Cumhurbaşkanı’nın atadığı mülkî âmirlerin “kayyım” olarak atanmasıyla halkın seçme ve seçilme hakkı gasbedildi.
Sırf siyasî sâiklerle salgında ve depremde özellikle muhalefet belediyelerinin vatandaşlara yardıma koşmaları, ilk yardım, arama ve kurtarma ekipleri engellendi. Yiyecek-içecek, giyecek yüklü yardım TIR’larına el konularak âfet bölgelerine sokulmadı. Dahası üzerlerine valiliklerin, iktidara yakın derneklerin afişleri asılarak sözkonusu yardımları kendilerinin yaptığı yanıltmasına tevessül edildi. Kurdukları çadır-konteynır kentleri kaldırıldı. Seyyar hastaneleri, aşevleri kapatıldı. Toplanan yardım paralarına el konularak bloke edildi.
PARTİZANCA UYDURMALARLA SİYASET
31 Mart seçimlerinden sonra da bir yandan “çözüm” ve “barış”tan dem vurulurken diğer yandan vatandaşların iradesini ortadan kaldıran, demokrasi ve hukuk dışı dayatmalara devam edilmesi; hukukun temel esaslarının başında gelen kişinin suçunun mahkemece ispat edilinceye kadar suçsuz sayılmasını öngören “mâsuniyet karinesi” berhava edilerek önce Hakkari Belediye Başkanı’nın, ardından yine her biri yüz binlerce - milyonlarca vatandaşın oyuyla seçilmiş muhalefete mensup Türkiye’nin en büyük ilçesi Esenyurt Belediye Başkanı’nın, akabinde Mardin ve Şanlıurfa-Halfeti ilçesi belediye başkanlarının, son safhada Mersin-Akdeniz ile Beşiktaş Belediye başkanlarının görevden uzaklaştırılıp seçilmişlerin yerine iktidarın emrindeki atanmışların göreve getirilmesiyle demokrasiyi ilgaya devam ediliyor.
Belli ki yıllardır görev yapan, seçilmiş birer kamu görevlisi olarak yerleri-yurtları bilinen ve çağrıldıklarında gidip ifade verecek belediye başkanlarının, sabahın köründe baskınlarla apar topar gözaltına alınmalarıyla muhalefete yönelik bir karalama kampanyası yürütülüyor.
Belediye başkanlarının haklarındaki iddiaların şeffaflıkla soruşturulması yerine bu tür operasyonlarla kamuoyu manipüle edilmek isteniyor; “besleme-meddah yandaş medya”ya ve paralı trollere malzeme türetiliyor. Soruşturmaya “gizlilik” kaydı konularak ortaya atılan iddialar birer iftira furyasına dönüştürülüyor. Bir yandan “barış”, “çözüm”, “demokratikleşme” derken, diğer yandan bu tür partizanca oldubittilerle toplumun kamplaştırılıp kutuplaştırılarak yarılmasına sebebiyet veriliyor.
Gerçek şu ki Meclis’e getirilip konuşturulması önerisiyle kırk bin insanın katlinden müebbet hapse mahkûm terörist başı üzerinden güya “barış süreci” yürütülürken, “terör örgütü üyesi olmadığı halde örgütle irtibat ve iltisakı” uydurmasıyla yıllar sonra belediye başkanlarının uzaklaştırılmalarıyla tam bir siyasî algı operasyonu yapılıyor.
İFLAS VE FİYASKONUN ÜSTÜ ÖRTÜLÜYOR…
Aslında yolsuzlukları ayyuka çıkan iktidar belediyeleri ile bilhassa “5’li çete” olarak bilinen “iktidara iliştirilmiş yandaş şirketler”in Sayıştay raporlarıyla tescillenmiş “ihaleye fesad karıştırma”, “yolsuzluk”, “yakınları kayırma”, “belediye kaynaklarını yasadışı kullanma” “adrese teslim ihaleler”e dair tesbitlere tek bir soruşturma açılmazken, benzer iddialarla bir tek muhalefete mensup belediyelerin görevden uzaklaştırılıp yerlerine “kayyım” atanması çarpıklığı siyasî kumpası ele veriyor.
Özetle her ihalede yüz binlerce, milyarlarca lira haksız kazanç bahşedilen, resmen kayırıldığı herkesçe bilinen, milyarlarca liralık vergi muafiyeti, borç silinmesi ve kredi teşvikleriyle her türlü rant peşkeş çekilen, döviz garantili “yandaş şirketler”in bir kuruş vergi vermemelerine, vergi kaçakçılığı, yolsuzluk, ihaleye fesad karıştırma ve kayırma ile kamu malını tâlân etmelerine dair şikâyetlere rağmen en ufak bir operasyon yapılmazken, sürekli muhalefet belediyelerinin hedef alınması çifte standardı her haliyle sırıtıyor.
Anlaşılan, bu tür komplolarla başta ekonomik çöküşün, dünyada gıdada “birinci” olan enflasyonla vahim pahalılığın, ardarda dayatılan iğneden ipliğe fahiş zamların, yüzde 45’leri bulan yeni ağır ek vergilerin konuşulması istenmiyor. Adaletsizliğin, haksızlıkların, hukuksuzlukların, yolsuzlukların, hırsızlıkların, iflasın, fiyaskonun üstü örtülüyor.
Ve terörist başı üzerinden alây-ı vâlâ ile ortaya atılan “yeni süreç”in de çeşitli siyasî hesâplarla bir katakulliden ibaret olduğu samimiyetsizliği bir defa daha açığa çıkarken, demokrasi, hukuk, adâlet, insan hakları ve hürriyetleri olmadan yıkıma sürükledikleri ekonominin düzelmeyeceği, sosyal barışın sağlanmayacağı gerçeği bir defa daha teyid ediliyor.