“İktidar cephesi”nden yığınca siyasî katakulli ve karartmaya rağmen açığa çıkan ekonomideki çöküşün iflasının üstü örtülemiyor.
En son demokratik ülkelerde genel ücretin yüzde 5’ini geçmezken, 17.5 çalışanın yüzde 40’ının asgarî ücrete mahkûm olduğu, ücretlilerin yüzde 70’ininin genel ücret haline getirilen, “yoksulluk” ve hatta “açlık sınırı”nın altında kalan asgarî ücret dolayında kaldığı vetirede yüzde 100’ü aşan gerçek enflasyona karşılık bir yıl boyunca asgarî ücretin 5 bin lira artışla 22 bin 104 lirada kalması skandalın vahametini ele veriyor.
Öncelikle “otoriter rejim”de yürütmenin yanısıra yasama ve yargıyı güdümüne alan Saray iktidarının yeni yılla devam eden fahiş zam furyası ile ek ve yeni vergiler arenasında her şeye yüzde 100-400’e varan pahalılık vartasında ekonomideki yıkımı açığa çıkarıyor.
En son asgarî ücrete yüzde 30 zamma, memurlara ve emekli maaşlarına yüzde 12-15 artışa karşılık Cumhurbaşkanı’nın “Hemen birileri çatladı, patladı. Kusura bakmasınlar, çatlasanız da patlasanız da biz hesabımızı, biz atacağımız adımları hesaplayarak atarız” çıkışı, iktidardakilerin umursamazlığının son bir tezâhürü.
“HESAP YERİNE OTURMUŞ”MUŞ!
Keza “başarısız” göstermek için muhalefet belediyelerine kamu bankalarından kredi verilmezken, dolar-döviz üzerinden garantili, Londra mahkemelerinde tahkimli 664 milyarın verildiği, vergi muafiyeti, kredi ve teşvik perdesinde 388 milyar borçlarının silindiği “iktidara iliştirilmiş” 44 yandaş şirketin 37’si zarar ettiğini bildirirken, verginin sözkonusu yüz milyarlarca – trilyonlarca iş yapan en az 60 milyon kâr ettikleri belirtilen şirketlerden değil, sabit ve dar gelirlilerden, esnaftan alınması ekonominin çöküşünün bir diğer göstergesi.
Hazine ve Maliye Bakanı, Mısır ve Hindistan gibi ucuz işgücünün yaygın olduğu ülkelere işaretle kendinden menkul “asgarî ücret seviyemiz Meksika, Çin, Brezilya, Güney Afrika, Endonezya, Rusya, Mısır ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelere göre daha yüksektir” övgüsünde bulunsa da yüzde -30 zam yapılan- asgarî ücretlinin yüzde 58 zamla ortalama 20-25 bine varan kiraya, giderek azalan emekli maaşının mevzubahis kiranın yarısına yetmediği ortada. Türkiye Makedonya ve Sırbistan gibi ülkelerin ardından Avrupa ülkeleri içinde en düşük asgarî ücrete sahip ülke durumuna düşürülmüş.
Aslında çarşı-pazardaki yüksek enflasyonla Avrupa’da “birinci”, dünyada “dördüncü” enflasyonda iktidardakilerin “en büyük öncelikleri” dedikleri “halkı enflasyona ezdirmedik, ‘çalışanlarımızı bir kez daha enflasyona ezdirmeme’ sözüne sadık kaldık” ifadelerini havada bırakırken, “asgarî ücret içimize sindi” diye konuşmaları ekonomi üzerindeki çarpıtmayı ortaya koyuyor.
Bu durum, vergilerden harçlara bütün kalemlerde yüzde 45’e varan otomatik zamlara karşılık “İşveren daha fazla vermek isteyen varsa versin, onların önünü kesen yok. Biz tabanı belirliyoruz, daha fazla ver, elini tutan yok” diyen Cumhurbaşkanı’nın “Bu hesap yerine oturdu. Bu istihdam, enflasyon ve gelir arasında dengeyi gözeten bir rakamdır” sözleri iktidardakilerin perspektifini ortaya koyuyor.
YİNE ALDATMA VE OYALAMACALARLA…
Oysa kapanan şirket sayısına her yıl yüzlercesinin eklendiği, tâkipteki kredi borçlarının yüzde 115-135 ilave edildiği; vatandaşların ödeyemez hâle geldikleri kredi limitlerinin daha da artırılarak daha da borçlanmaya itildiği borç batağında borçların en az yüzde 100 katlandığı süreçte hâlâ “kötü günleri geride bıraktık” lafının bir aldatmaca ve oyalamadan ibaret kalıyor.
Aslında ekonomistlerin tesbitiyle, AKP iktidara geldiğinde 7 çeyrek altın tutan asgarî ücretin 3 çeyreği bulmaması; daha 2009’da tedavüle çıkan 200 liralık banknotla 134 dolar alınırken şimdi an 5 dolar etmesi ekonomik yıkımın bir diğer göstergesi.
Keza son on yılda enflasyonun yüzde 1000, gıda enflasyonunun yüzde 2 bin 500, son bir yılda yüzde 400 artması gerçeği su yüzüne çıkarıyor.
Kısacası, kamu giderlerinin yüzde 80’den fazla arttığı israf ve savurganlıkta siyasî iktidarın yoksulluğu değil, yoksulu bitirdiği, nüfusun üçte birine yakın 24 milyon kişinin devletin - belediyelerin yardımıyla geçinmye muhtaç hâle getirildiği “tek kişilik hükûmet”in fiyaskosunun ikrarı oluyor.
Ve “tek kişilik yönetim”de yoksulluk ve sefalet yönetiliyor. Bir yandan dindarlar dahi dünyevîleştirilirken diğer yandan dinî ve uhrevî terimlerle “sabır” ve “şükür” tavsiyesiyle ortadan kaldıramadıkları yoksulluk üzerinden siyasî rant devşirilmeye çalışılması “pes!” dedirtiyor.
Neticede, yine kamplaştırcı ve kutuplaştırcı tahrik ve tahkirlerle muallel sığ politikalarla ekonomideki vahim çöküşle milletin sürüklendiği yoksulluk ekonomik kriz görünmez kılınıp nazarlardan kaçırılarak karambola getiriliyor.
22 yıldır devam ettirilen sahte söylem ve rakamlarla saptırmalar tekrarlanıyor…