2024 yılı “dünya demokrasi endeksi”e göre, “seçim süreçleri, çoğulculuk, devletin işleyişi, siyasî katılım, demokratik siyasî kültür ve sivil özgürlükler”in temel alındığı ölçümle Türkiye bir defa daha Uganda, Guatemala ve Gambia’nın bile gerisinde kalarak 167 ülke arasından 101. sırada “demokrasi açığının en yüksek olduğu ülkeler” kulvarında kalmış.
“İfâde özgürlüğü ve âdil yargılama”nın esas alındığı; “hükümetin hesap verebilirliği, yolsuzluğun önlenmesi, temel haklar, güvenlik, yasal uygulamaların açıklığı ile yargının hızlı ve âdil olması” kriterlerin değerlendirildiği “hukukun üstünlüğü endeksi”nde de Türkiye 142 ülke arasında 117. sıraya gerilemiş. Bu haliyle Honduras, Angola, Nijer, Madagaskar, El Salvador, Sierra Leone, Liberya ve Lübnan Türkiye’nin üzerinde yer alıyor!
Keza Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) raporuna göre, son on yılda 36 ülke içinde Türkiye, adâlete güvenin en hızlı azaldığı ortamda bilhassa “âdil yargılama”da Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri arasında yine sonuncu.
Aslında Türkiye’nin “kusurlu demokrasi”lerden “hibrit (melez) demokrasiler” kategorisine kayıp iç savaş kargaşasındaki Orta Afrika ülkelerinin “otokrat demokrasiler”e vartasına gerilemesi, yasamanın yanısıra yargının “tâlimatlandırılması” demokrasi ve hukukta iflasın ilânı.
BUYRUKLU ‘TÜRK TİPİ TEK KİŞİLİK REJİM’İN TAHRİBATI
Bilindiği gibi bakanların açık ikrarıyla “yangına müdahale”nin bile “Cumhurbaşkanı’nın tâlimatı”na bırakıldığı “ucûbe otoriterlik”te, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in “bütçe hakkı” Meclis’ten gasbedildi. Meclis adına Sayıştay’ın denetim raporları budandı.
Deprem toplanma alanlarında rant uğruna gökdelenlerin, kulelerin dikilmesi başta olmak üzere, çoğu iktidardakilerin ya da yakınlarının karıştığı yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet çarkı, kamu malının yandaşlara peşkeşi, hak gaspları, yağma, kayırma, “çete, mafya-siyaset ilişkileri”ne dair muhalefetin Meclis’e verdiği bütün araştırma - soruşturma önergeleri iktidar partilerince reddedildi.
Her deprem sonrası toplanan yüzlerce milyar deprem paralarının akıbetine, mesela 6 Şubat depreminin akabinde toplanan 115 milyarın nerelere, kimlere gittiğine, nasıl harcandığına; veya başta 301 madencinin can verdiği Soma faciasından maden ocaklarındaki, artan iş kazalarındaki ölümlerin sorumlularının bulunmasına; “kara para” aklanmasından vergi kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti ve kaçakçılığı suçlarına dair muhalefetin bütün araştırma ve soruşturma önergeleri kabul edilmedi.
En vahimi de “cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi” dedikleri “buyruklu Türk tipi tek kişilik rejim”de parlamenter sistemi tasfiye ile hukuk devletinin temel vasfı olan “kuvvetler ayrlığı”nın berhava edilmesiyle ve yargının “siyasetin sopası” olarak suiistimaliyle hukuka en ağır tahribatın yine “tek imzalı” KHK’larla dayatılmasıyla haksızlıklar ve hukuksuzluklar ayyuka çıktı, çıkıyor…
BEDİÜZZAMAN’IN “KANUNU KEYFİNE TÂBİ EDEBİLİR” İKAZI
Neticede, Meclis’in kanun yapma yetkisiyle doğrudan idarî işlem tesis edilemeyeceği, yargının yapacağı işin tepeden “kararnâmeler”le yapılamayacağı esasına rağmen, hukuka, Anayasaya ve yasalara aykırı olarak “tek imzalı” KHK’lerle hukuk resmen ıskartaya çıkarıldı, çıkarılıyor.
“Saray rejimi”nde ülkenin bir ucundaki bir kasabasındaki taşınmazların kamulaştırılmasına varan yetkilerden en son Meclis’e dayatılan “torba yasa”ya eklenen engelli araçlarıyla ilgili “motor silindir hacmi, emisyon türü ve değerinin belirlenmesi”ne varan yetkiler Cumhurbaşkanı’na verildi, veriliyor.
Ve “otoriter sistem”de Meclis’in yasama yetkisi gasbedilip anayasal temel hak ve hürriyetler ihlâl edilirken, demokrasilerin temel vasfı “kuvvetler ayrılığı”nın yerine “kuvvetler birliği”nin ikame edilmesiyle, yürütmenin yanısıra yasamanın ve yargının bütünüyle “partili cumhurbaşkanı”na bağlanmasıyla; Bediüzzaman’ın “Meşrûtiyetin (demokratik cumhuriyetin) sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir; istibdâdın esâsı, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbi edebilir” ikazıyla ülkenin kaderi “tek kişi”nin vehmine ve hevesine bırakılmış.
Halbuki yine Bediüzzaman’ın “Onların aralarındaki işleri istişâre iledir”, “Ve onlarla istişare et”1 ve ayetlerini tefsiriyle hürriyetçi demokratik sistemin “zembereği, ruhu, kuvveti, hâkimi, hak, akıl, marifet, kanun, efkâr-ı âmmedir [milletin ortak fikridir.]” Gerçek demokrasilerde “rey-i vâhid-i istibdada [tek adam istibdat rejimine]” karşı “hablü’l metin [sağlam halat]” ve “urvetü’l-vüska [kuvvetli kopmaz, sarsılmaz, kırılmaz, bükülmez, kulp]” olan millet adına Meclis’in hâkimiyeti esastır.2
Millet iradesinin hâkimiyeti için öncelikle “ceberut rejim”in tasfiyesi gerekiyor. Bugün siyasetin önündeki en önemli mesele budur…
Dipnotlar:
1- Şûra Suresi: 38.; Âl-i İmran Suresi. 159.
2- Münazarat, 22-27.