Millet irâdesinin temsilcisi olan Meclis’in irâdesi ve müzâkeresi dışında terörist başı üzerinden terör örgütü ile yürütülen malûm “süreç” şeffaf değil ve birçok bilinmezlikle muallel.
Konuyu yakından tâkip edenlerin, 15 Şubat’a kadar her halûkârda terörist başından terör örgütüne bir “silâhları bırakma çağrısı” yapılacağı, lâkin akıbetin ne olacağının kestirilemediği tesbitleri bundan.
Bundandır ki AKP sözcüsü “Artık İmralı ziyareti olmayacak, terör örgütünün kendini tasfiye etmesi ve silâh bırakması gerekiyor” derken Bahçeli “beklenen çağrının bir an evvel açıklanması” çıkışlarını tekrarlıyor…
Anlaşılan terörist başı ve terör örgütü mihrakları ile gizli pazarlıklar yapılmış hatta bazı “sözler” dahi alınmış; ancak PKK’nın bu çağrıya ne derece uyacağı ve hangi şartları ileri süreceği bilinmiyor.
Zira PKK söz konusu “çağrı”yı kabul etse bile bunun sözde kalacağına; Kandil’den terör örgütü elebaşlarından “silâhı bıraktıkları” açıklaması gelse dahi bunun göstermelik olacağına dikkat çekiliyor. Terör örgütünden kopacak bazı grupların farklı isimler altında örgüt yapılanmasını sürdürecekleri kaydediliyor.
TERÖR ÖRGÜTÜ “SİLÂH BIRAKTIĞINI” İLÂN ETSE DE…
En önemlisi de Ankara’dakilerin “mutlaka tasfiye edilmeli ve Suriye topraklarını terk etmeli” dedikleri “Suriye PKK’sı” olarak bilinen PYD/YPG’nın kendini feshetmeyeceği, esasen bölgedeki işbirlikçilerin başında gelen taşeron örgütü tasfiye ettirmeyeceği; BOP tefrikasına uygun olarak Suriye’nin etnik ve mezhebî iftiraklarla bölünüp parçalanmasında istimal ettireceği ifade ediliyor.
Görünen o ki küresel emperyal ecnebîlerin hegemonya ve çıkarlarının yanısıra İsrail’in bölgedeki egemenliği “vekâlet savaşı”nda “maşaları olarak kullandıkları ve “ikinci İsrail” işlevini gördürecekleri bu amaçla silâhlandırıp her türlü lojistik destek verdikleri PYD/YPG’nın bölgede Türkiye’nin dibinde bir çıbanbaşı olarak kalmasını temin edecekler.
Bu bakımdan iktidar mahfillerinden ikide bir yükselen “PKK-PYD/YPG silâhları bıraksın, Suriye’den çıkarılsın” beyanları iç kamuoyuna yönelik propagandan ibaret kalıyor. Nitekim Suriye ordusunda kalmayı kabul etse de örgütün “görev alanı”nın Fırat’ın doğusunda halen kontrolündeki kantonlar üzerinde işgal ettikleri topraklar olmasında ısrarı bunun göstergesi.
Anlaşılan, çok yönlü bir senaryo hazırlanıyor. Öcalan’ın çağrısından sonra öncelikle “terör örgütünün silâh bıraktığı ve kendini lağvettiği” havası pompalanacak. Ve bunun karşılığında yine terörist başının baskısıyla DEM’in “iktidar cephesi”ne geçmesi sağlanacak. Cumhurbaşkanı’nın 4. kez aday olması ve ömür boyu iktidarda kalmasının önünün açılmasıyla “tek adam otoriter rejimi” tahkim edilecek.
Terör örgütü farklı isimler altında yeni yapılanmalarla varlığını güçlendirerek sürdürürken “örgüt silâh bıraktı, bırakmadı” tartışmalarıyla karambola getirilecek süreçte muhtemel bir erken seçim kampanyasında “PKK’ya silâh bıraktırdıkları” propagandasıyla halktan oy istenecek.
Bu partinin hâlen kayyım atamalarıyla, kapatılma tehdidiyle “hizâya getirilmek istenmesi”nin amacı bu. Bunun içindir ki Cumhurbaşkanı, “Terör örgütünü silâhlarıyla birlikte gömeceğiz, terörsüz Türkiye hedefimize öyle veya böyle ama muhakkak ulaşacağız” diye konuşuyor; Bahçeli “Bölücü terör örgütü silâh bırakmazsa o silâhları teröristlerin ellerinden alıp başlarına çalacağız” şantajlarını savuruyor.
AKAMETE UĞRAMAYA TEŞNE…
Ne var ki özellikle PYD/YPG’nin Türkiye’nin yanıbaşında özerk bölgede varlığını sürdürmesiyle millet nezdinde “terör örgütünün silâh bırakmadığı”, “süreç”in bir aldatmaca ve oyalama olduğunun açığa çıkması durumunda ise bu kez Cumhurbaşkanı’nın “çözüm süreci”nde -15 Şubat 2015’te- bizzat kurduğu “Dolmabahçe’deki masa”yı devirmesinde olduğu gibi meydanlarda halka karşı “terörle mücadele” naraları atılacak.
Bir defa daha “süreç”i neden akamete uğratınız” diyen muhalefet ve demokratik çevreler bir defa daha “terörle işbirliği”, “terör örgütü işbirliği” hatta “hıyânet”le suçlanıp millet nezdinde oy devşirilmeye çalışılacak.
Özetle bu “süreç”te de basit siyasî rant hesapları güdülüyor; “terörle mücadele” değil, “terörle mücadelenin siyasî maksatlarla istismarı” yapılıyor. Neticede, Meclis’in dışlandığı, millet irâdesinin olmadığı, şeffaf olmayan “süreç” birçok yönüyle akamete uğramaya teşne kırılganlıkta.
Çare, Bediüzzaman’ın “Kürtlerin serbesti-i inkişâfının [demokrasi ve hürriyetlerde gelişme ile maddî kalkınmasının] Meclis’in uhdesinde olduğu” tesbitinde. “Dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslâmiyenin [İslâm birliğinin] fedakâr ve cesur hâdim [hizmetkârı] ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî an’anesine sadâkati gaye-i hayat bilmiş olan Kürtler, [...] Kürt vicdan-ı millîyesinin bu tarz tahassüsüne [hissiyatına] muğayir [aykırı] hareket eden zevâtı da tanımazlar”1 ikazıyla küresel mihraklara, ifsad şebekelerine maşalık yapan terör örgütlerinin Kürtlerin sözcüsü olamayacağı “çözüm” merciinin Meclis olduğu açık beyânında.
Dipnot:
1- Eski Said Dönemi Eserleri, s. 85.