Ümmet olarak bize en zor, en ağır gelen bir meselede, en çetin bir şekilde imtihan olunuyoruz: Okuma meselesi.
Okumak, ilk bakışta kolay, basit bir iş gibi görünüyor. Ama, bunu hayatımıza tatbik etmenin ve daimî okumayı ömür boyu alışkanlık haline getirmenin, şu dünya hayatında bizi en çok zorlayan bir mesele olduğunu görüyoruz.
Hakikaten, ilk vahiy olarak gelen “Oku!” emrine uysak, dahası, bu İlâhî emrin ne mânaya geldiğini bilsek ve mahiyetini tam olarak idrak edebilsek, bir dakikamızı dahi boş geçirmeyiz. Öyle ki, her fırsatı değerlendirmeye gayret ederiz. Başta Kur’ân olmak üzere, Kur’ân’ın mânasından süzülen ve Kur’ân ile barışık olan eserleri hemen elimize alıp doyasıya okumaya, okuduğumuzu anlamaya ve anladığımızı hayatımıza tatbik etmeye çalışırız.
Şu dünya hayatı, tam da bu şekilde güzelleşir. Tam da bu şekilde hayattan zevk almaya, nankörlükten kurtularak bize bahşedilen nimetlere şükür ile mukabele etmeye yöneliriz. İşte bu ulvî yöneliş, şüphesiz bize iki dünya hayatının saadetini kazandırır. Aksi yöndeki davranış ise, bize iki dünya hayatını da zehir-zindan eder, bizi azap içinde bırakır.
«
Evet, ciddi ve esaslı bir şekilde okumak, başlıbaşına üstün bir meziyet sayılır. Bir fazilet, bir medeniyet, bir erdemlilik olarak kabul edilir. Bilgiye erişmek, ilim ve irfan sahibi olmak için en güvenli, en selâmetli bir yoldur, okumak.
Tabiî, sadece “kitabı okumak”tan ibaret değildir bu sır. İnsanı ve kâinatı okumayı da dahil etmeli, bu “sırr-ı azim”e.
«
Anlayarak okuyan ve okumayı aksatmayanın zihni daha dinamik olur. Kezâ, kalemi velût, sohbeti daha feyizli ve istifadeli olur. Okumayı bırakanların hâli ise, bunu tam tersi yönünde bir şekil alır.
Merhum Zübeyir Gündüzalp’in şu sözü de, son derece düşündürücü geliyor: “Hizmet, hizmet diye, şahsî okumasını ihmal edenin hizmeti muvakkat olur.”
Düşündürücü olduğu kadar, çok vahim bir durum. Bir dönem kendisiyle birlikte birçok kimseyi iman hizmetinde koşturmaya çalışan bazı kimselerin, daha sonraları kenarda-köşede âdeta sönükleşmiş mum gibi kalmalarındaki sebeplerden biri bu imiş, demek ki…
Allah muhafaza, böyle bir duruma düşmekten sadece korkmalı değil, titremeli insan. İleri doğru gitmesi gereken iman fedâilerinin gerilemesi, yahut sukût etmiş gibi devre dışı kalması, cidden titretmeli insanı.
«
Son olarak, hem okumayı teşvik eden, hem de bizi “kitap okumak”la haşır-neşir bir hale getirerek hayatımıza renk katan Nur Risaleleri’ne dair bir paragraf açalım.
Bir asra yaklaşan sayısız tecrübelere de dayanarak özetle şunu diyebiliriz ki: Kur’ân’ın malı ve bir elmas kılıncı olarak bu vatan topraklarında zuhur eden Risale-i Nur, bir mânevî sadaka gibi belâların def’ine mühim bir sebep olduğu gibi, aynı zamanda hem asayişe, hem de cemiyetin huzur ve güven içinde yaşamasına da muazzam bir vesiledir.
Kezâ, muhtelif renklerden (72 milletten) müteşekkil bu vatan ahalisini kardeşlikte, vatandaşlıkta ve bilhassa “müsbet hareket”in ortak paydasında birleştiren harikulâde bir iman ve hidayet reçetesi arz ediyor.
İşte, böylesine muazzam ve mükemmel bir eser külliyatının okunması, hiç mübalağasız, fert, cemiyet ve millet adına paha biçilmez iyilikleri, hayırları, faydaları netice veriyor. Bunun için ne kadar şükretsek yine az gelir.