Bozmak, yakmak, yıkmak, tahrip etmek kolay.
Bunlar hem kolay, hem de çok hızlı bir şekilde yapılabilecek işler. Bozmak ve yıkmak için çok üstün bir kabiliyet ve zekâ derecesi de gerekmiyor. Delinin, aptalın teki de etrafı yakıp yıkabilir.
Ne var ki, aslolan tamir etmektir. Maharet isteyen, ehemmiyetli olan da budur.
Yaratılmışlar âleminde, tahrip etmekte olduğu gibi tamir etmekte de Âdem evlâdı birinci sırada gelir. Ama, onun izzet ve haysiyetine yakışan fiil ise yapmak, düzeltmek, tamir etmektir. Şayet bunun tam tersine olarak bozmak ve tahrip etmeye çalışıyorsa, o takdirde insan bozması bir yaratık derekesine indirgemiş olur kendisini.
«
İçinde bulunduğumuz âhirzaman vetiresinde, şer ve tahrip işleri Deccaliyet-Süfyaniyet hesabına geçerken, hayır, iyilik ve tamirat işleri ise İsevîlik ve Mehdiyet nâm-ı hesabına geçer.
Buradan da anlaşılıyor ki, Mehdiyet hareketi, aynı zamanda tamir ve restorasyon işi olup, ciddiyetle çalışmayı iktiza ediyor. Tamire çalışmak “tedrici kanun”a göre olduğundan, haliyle hem zor, hem de yavaş giden, kademeli şekilde ilerleyen bir işleyişe tabidir. Tamirat çalışmasının fıtratı ve tabiatı böyledir.
«
Âhirzamana dair rivâyetlerin toplanıp tevil edildiği Beşinci Şua isimli eserdeki izahlardan anlıyoruz ki, Hz. Mehdî, Süfyanî Deccal’in bid’akâr rejimini yıkmıyor; belki, uzun vâdeli çalışmalarla onu din adına tamire ve ıslâh etmeye çalışıyor.
Diyelim ki, söz konusu rejimin adı “cumhuriyet”tir. İslâmiyet adına yapılacak hizmetler için cumhuriyeti yıkmak gerekmiyor. Aksine, cumhuriyeti manasız isim ve resimden kurtarıp, ona hakiki manada bir ruh ve karakter kazandırmak lazım geliyor.
Kezâ, eskiden “meşrutiyet” denilen “demokrasi” için de durum aynıdır. Yani, “demokratik cumhuriyet” rejimi İslâmiyet ile barışıktır, âhenklidir, uyumludur.
Günümüzde bazı eblehler, meselâ çıkıp diyor ki “Ben demokrasiyi reddediyorum, şeriatı istiyorum.” Bu, öylesine dar, sığ ve sakat bir düşüncenin (daha doğrusu “düşüncesizliğin”) mahsulüdür ki, buna cevap vermeye dahi lüzum yoktur. Zira, yanyana koyarak zikrettiği tâbirlerin birbiriyle münasebetini dahi bilmiyor. Dahası, günümüzde “demokratik nizam”ın dışına çıkıldığında, bunun adının “istibdat/diktatörlük” olduğunu dahi idrak etmekten acizdirler.
«
Tamiratın tedricî kanunlar dairesinde olduğunu tekraren hatırlamakta fayda var. Sağlam şekilde yapılacak tamir işleri, haliyle kademeli, dereceli ve fıtrî bir seyir ve fıtrî bir meyelân içinde icrâ edilebiliyor.
Fıtrî seyir ve meyelânın çarpıcı bir misâli, toprağa düşen tohumların, nüvelerin, çekirdeklerin inkişaf tablosunda görünüyor. Toprak altında filizlenen bir tohumun yumuşacık kök ve damarları, nisbeten çok daha sert olan taş ve toprağı deler geçer.
Tohumların toprağı yarması, iki sûretle oluyor: Bir yandan, köklerini derinlere salarak kendisi için lâzım olan âb-ı hayatı ararken, bir yandan da üzerindeki toprak tabakasını başıyla kaldırıp yararak, filizlerini gün yüzüne çıkmaya çalışıyor.
Cenab-ı Hak, tohuma öyle bir fıtrî meyelan vermiş ki, hayatını ve neslini idame ettirmek için hiç engel tanımıyor. Belki de, “Hayatiyeti için lâzım olan herşey, ona musahhar oluyor” demek lâzım geliyor.
«
Evet, tamirat işleri tedricî ve yorucu olduğu için, bozulan bir işin, bir sistemin, bir mekânizmanın düzeltilerek işler hale getirilmesi zaman alıcıdır. Sabırsızlıkla acele etmenin neticeye pek bir faydası yok. Yapılacak olan her türlü tamiratı sağlam, oturaklı ve fıtrî bir seyir içinde neticelendirmeye çalışmak, haliyle yorucu ve zaman alıcıdır. Ama, bilhassa bu zamanda en doğru hizmet şeklinin bu metodla mümkün olduğunu da bilmek lazım geliyor.