Siz ne yaparsanız yapın, ne söylerseniz söyleyin, yine de size sataşanlar oluyor, olacaktır. Herkesi birden memnun edemezsiniz.
Sizin fikrinizden hoşlanmayan kimseler, sizi maksadınızın tam zıddıyla itham ederek suçlayabiliyor. Çünkü, suçlamak kolay, basit bir iş. Sığ kafalı seviyesiz kişi, tutup hemen kolaycılığa, basit olana tevessül ediyor.
Esasen, böyleleri yaptığı çirkin karalamayı da kendince büyük kâr sanıyor.
Bazıları kurgulandığı için, bazıları da haktan inhiraf ederek gitgide o mülevves bataklığın içine saplanıp kalıyor. Çırpındıkça da batıyorlar.
İnsan şeref ve haysiyetine yakışmayan sözlerle sataşmaya, ardından saldırmaya başlıyorlar: Misâl: En başta sizi, sonra dâvanızı, dâva arkadaşlarınızı, hatta itibarlı mümtaz şahsiyetleri dahi insafsızca karalamaya, hiç hak etmedikleri, hiç alâkaları olmadığı şekilde onları zan ve töhmet altında bırakmaya çalışıyorlar.
Böylelerini muhatap alsanız bir türlü, almasanız bir türlü. Cevap verirseniz bir türlü, vermeseniz bir türlü. Öyle ki, onlara uzaktan taş atmanız halinde bile, üzerinize leke sıçratmaları ihtimali yüksek. O derece hırçınlar yani…
İşte, böylesine acip, böylesine tuhaf bir zamanda yaşıyoruz. Demek, “dehşetli âhirzaman”ın bir cilvesi de bu olsa gerek.
Netice itibariyle, siz ne kadar dengeli yazarsanız yazın, ne kadar mûtedil davranırsanız davranın, yine de sizi aynen kendisi gibi türlü polemiklerle radikalize, yahut marjinalize etmeye çalışan nâdanlar çıkıyor, çıkacaktır.
Öyle anlaşılıyor ki, bu aşağılık mahlukların gayesi-hedefi-maksadı, paçanızdan tutup sizi de aşağılara çekmektir. Ancak o zaman rahat edecekler. Aksi halde, rahatsız-huzursuz olup hırçınlaşmaya devam edecekler.
Bırakınız çırpınıp dursunlar. Cevap vermeye değmezler. “İt ürür, kervân yürür” diyerek, inandığınız istikamette hizmetinize devam edeceksiniz. Aksi halde, boş yere zaman ve enerji kaybı yaşarsınız.
*
Hem, hiç endişe etmemek lâzım. İnsafı kurumuş, aklı, fikri, vicdanı tefessüh etmiş kimselerin cemiyet içinde şân-ı itibarı yükselmez. Hak ve hakikat ehli onlara itibar etmez.
Onları plânlı-plânsız şekilde kullananlar olur elbet. Ama, hakikatbin insanlar onlara fazla değer vermez. O halde, varsın havlayıp dursunlar. Biz ne yapacağımızı bilirsek, onların bize ciddi bir zararı dokunmaz; aksine, pilleri biter, enerjileri tükenir, plânları da akim kalmaya mahkûm olur.
*
Evet, karanlık odakların plânlarını âkim bırakmanın en kuvvetli, en esaslı yolu, sabır ve tahammül koridorundan geçer. Hem de öyle-böyle değil, Emirdağ Lâhikası isimli eserde görüyoruz ki, plânların akim kalması için “emsâlsiz bir sabır ve tahammül”den söz ediliyor.
O zamanlar (1930-60), Üstad Bediüzzaman’a karşı emsâlsiz bir zulüm, tazyik ve istibdat uygulanıyordu. Şimdilerde ise, yine plânlı bir şekilde emsâlsiz yalan, çirkin iftira ve kasdî karalama furyası başlatılmış görünüyor.
Bütün bu ve benzeri durumlarda, bizim için ölçü teşkil edecek söz ve davranış biçimleri yine aynı ulvî hakikatlerde yer alıyor. Hepsi de Emirdağ Lâhikası’nda geçen o ölçülü sözleri cân kulağıyla dinleyelim:
“Kardeşlerim, emsâlsiz bir tazyik altındayım.”
“İnayet ve hıfz-ı İlâhî, bana bir sabır ve tahammül verdi. Emsâlsiz bu işkence, bu tazyik, beni onlara dehâlete mecbur etmedi.”
“Burada bir zabit ve bir çavuş, o ihaneti ve hakareti yaptılar. Maksatları beni hiddete getirip bir mesele çıkarmak olmasından, hıfz ve inayet-i İlâhiye bana sabır ve tahammül verdi.”
“O biçare Said’in baltalarla başına vurduklarına ve ihanetin en şenîlerini yaptıklarına karşı, emsâlsiz bir sabır ve tahammül ona ihsân olunması…”
“İnayet-i İlâhiye ile, Nur şakirtlerinin duaları tiryak gibi, panzehir gibi ve sabır ve tahammülüm tam bir ilâç gibi o plânı akîm bıraktı.”