İnsanoğlu suç işler. Dolayısıyla, suçlamanın hedefi olur. İşlediği suça göre de illâ ki cezasını çeker ve çekmeli. Hiç kimse işlemiş olduğu bir suçtan dolayı muaf tutulamaz ve tutulmamalı.
Bütün bunlar, umumî kabul gören sözler, hükümler, ölçüler manzumesi.
İhtilâflı olan husus şudur: Suç işleyenin yakınları ne olacak? Onlara ne demeli, ne yapmalı? Yani, suçlu kimsenin arkadaşları, partidaşları, aile fertleri, aşiret-kabile mensupları gibi onunla bir şekilde münasebeti bulunanlar hakkında ne düşünmeli, ne yapmalı, yahut ne yapmamalı? Evet, üzerinde asıl durulması gereken nokta budur.
*
Hiçbir grup ve zümreye karşı bir “toptan suçlama” cihetine gitmemeli. Gidilirse eğer, bu katmerli bir zulüm olur. Zira, suçlu olanlardan çok suçsuz masumlar zarar görür. Bu ise, insanlık dışı bir muamele olur. Onun içindir ki, dahilî çatışma ve cephe mücadelesine İslâmiyet cevaz vermiyor.
Cephe mücadelesi, öncelikle hariçten saldırıda bulunan düşmana karşı yapılır.
Ki, mâzide çok revaçta olan bu tarz bir mücadele yöntemi bile günümüz dünyasında gitgide ehemmiyetini kaybediyor. Zira “Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer [sosyal sınıflar] muharebesine terk-i mevki ediyor.”1
Dahilde, cepheleşme tarzında bir kavgaya, çatışmaya İslâmiyetçe hiç izin verilmediği halde, bunun tam zıddına bir hareketle kavgayı daha da kızıştırmaya çalışanlar oluyor.
Dahası, kendisi kavga etmekle yetinmeyip seni de ısrarla aynı çatışma ortamına doğru sürüklemek isteyenler çıkıyor. Şayet onun tarafında yer almazsan, anında seni damgalayıp fütursuzca karşı tarafın adamı olmakla itham edebiliyor.
Dahilî gruplaşma marazı, insanları işte böylesi bir tarafgirliğe, fanatizme, radikalizme doğru sürükletip götürüyor.
Oysa bu durum, içinde büyük tehlikeleri, ağır vebâlleri barındırıyor. Zira, bu tarzdaki dahilî mücadelede kul hakkına ve mâsumların günahına girmeye mecbur kalınıyor. Bunun ise, günahı-vebâli pek büyük olup affı kàbil değildir. Bu noktada inancımız şu ki: Cenâb-ı Hak, kul hakkını Cennetlik olan şehitlerden dahi sorar.
*
Evet, cephe savaşı veren bağnaz tarafgir, seni hep yanında, hatta yedeğinde görmek ister. İstediğini yapmadığında ise, sana “kuvvetli şüphe” marazıyla bakar.
Tabiî, cephe savaşı veren kimse, yerinde durmuyor. Zaman içinde saf değiştirebiliyor, genişletebiliyor; dahası, hedefine yeni bir düşman grubunu yerleştirebiliyor. Kendisi değiştikçe, senin de aynı şekilde değişmeni bekliyor. Sadece beklemiyor, dolaylı şekilde seni yeni konsepte uyum sağlamaya zorluyor.
*
Kavgalı cepheleşmenin ve karşılıklı olarak toptan suçlayıcı davranışlar sergilemenin İslâm ahlâkında yeri olmadığı gibi, medenî hukuk anlayışında da yeri yoktur. Hukuk ölçüsüne göre “Prensip olarak suç şahsîdir.”
Kurân’ın temel prensibi ise şudur: “Velâ tezirü vâziretün vizrâ uhrâ.” Yani, bir kişinin hatasıyla onun kardeşi, ailesi, akrabası, aşireti, cemaati, partisi, köylüsü, şehirlisi..., mesul olamaz. Keza, suç işleyenin hatası bahane edilerek diğerleri suçlanamaz, cezalandırılamaz. Bunun aksini yapmak ise zulümdür ve insanlık ile bağdaşmayan vahşiyane bir muameledir.
Dipnotlar:
1- Mektubat, s. 456.