“Kâbe’nin doğu köşesinde bulunan, tavaf sırasında hacıların her dönüşte selâmladıkları siyah parlak taş” için söylenen “Siyah Taş,” Türkçe sıfat tamlamasıdır. Tamlayan önce (siyah), tamlanan (taş) sonra gelir.
Risâle-i Nurlarda çokça geçtiğinden olsa gerek, yazarlarımız Farisî tamlama biçimini yazılarında kullanmaktalar. Gerek Fârisî, gerekse Arabî tamlamalarda Türkçenin tersine tamlanan (muzâf) önce, tamlayan (muzâfunileyh) sonra gelir. Bu sebeple çözümlemede sondan başa doğru gidilir.
Hacerü’l-esved: Arapça tamlama. Hacer(taş), tamlanan (muzâf); esved(siyah), tamlayan (muzâfunileyh).
Hacer-i esved: Farsça tamlama. Hacer(taş), tamlanan; esved (siyah-kara), tamlayan.
Gazetemizdeki yazı ve şiirlerde Farsça tamlama formu kullanılırken hatâlar göze çarpmaktadır:
*“Belâ ile oldunsa aşk-ı hemdem,” Hatalı. Doğrusu:
“Belâ ile hemdem-i aşk oldunsa.”
*“Meyl-i dünya ehli şöyle der:” Doğrusu:
“Ehl-i dünya şöyle der:”
* “Uyanmak” mı dediniz; tabiî ki şu en büyük şu arzu-yu hâhîş-i temennîmiz…”
Temenni: istek, talep, dilek Arzu: istek, dilek Hâhiş: istek, arzu
“… arzu-yu hâhîş-i temennimiz” (temenni isteğimizin arzusu??) Yanlış. Doğrusu da yok. Üç kelime de birbirinin müterâdifi çünkü.
* “…müsemması şu tamamen boşaltılan şu idare-i şekl-i devletimiz” Doğrusu:
“…şekl-i idâre-i devletimiz”
* “Şu tazyîkat-ı şerâit-i ahvâl u EHYÂN-ı EVKÂT u şu EZMÂN; “enfüsen” ve şu “âfâken” diyelim.”
Ehyân: vakitler, zamanlar Ezman: zamanlar Evkat [evkât değil.]: Vakitler
“Enfüsen ve âfâken” şeklinde, enfüs ve âfâk kelimelerinin tenvinli bir kullanımının mevcut olmadığını da EVKÂT diye şapkalı yazmanın yanlış oluşunu da geçtik, yapılan Fârisî tamlamalarla ne denilmek istediğini anlamak için uğraşırken motor yandı:
”Ahvâlin şartlarının tazyikatı ve şu ZAMANLAR ve VAKİTLERİN ZAMANLARI; enfüsen ve âfâken diyelim.”
***
Farsça tamlamalarda yapılan bir diğer hatâ da terkibin yazımı ile ilgilidir.
Farsça tamlamaları usûlüne uygun şekilde tamlanan ve tamlayan arasına “-i, -ı” koyarak yazmalıyız: edeb-i İslâmiye.
Aksi takdirde Türkçe tamlama biçimini tercih edip “İslâm edebi, İslâm terbiyesi, İslâmî edep” şeklinde tamlayanı öne, tamlananı sona getirmeliyiz.
Hem -bunun tersini yaparak- tamlananı başa, tamlayanı sona alıp hem de Farsça tamlamaları tamlanan ve tamlayan arasına “-i, -ı” koymadan yazmak -kanaatimce- uygun değildir: “kitabı mukaddes” gibi.
Kimse bizi, tamlananla tamlayanı ters çevirmeye zorlamadığına göre Türkçe tamlama formunda “mukaddes kitap” diye yazabilecekken Farsça formu yeğleyen kişi, imlâsını da o forma uygun olarak yazmalı: kitab-ı mukaddes
Tamlananı başa, tamlayanı sona getirip tamlamaya takla attır, hem de “kitabı mukaddes” diye yaz. Bunun izâhı var mı?
“Kitab-ı mukaddes” diye usulüne uygun yazılmışsa okuyucu anlar ki Farsça bir tamlama şeklinde “mukaddes kitap” denmiş. Ama “kitabı mukaddes” yazılmış ise “kitabı” sözündeki “-ı” “onun” anlamında iyelik 3.t.ş. eki olduğundan tamlama değil, bir cümle vardır karşımızda: “(onun) Kitabı, mukaddes(tir).
Bir sehiv de Nurların yazımında göze çarpıyor. Türkçe tamlama biçiminde ifade edilecekse Nur Risâleleri dersiniz. Fakat Üstadın da tercih ettiği şekliyle Fârisî tamlama tarzını kullanacaksanız Risâle-i Nur yazmalısınız. Risâlei Nur şeklinde yazım uygun değildir.
* “Tefekkür ile bizi rızâna al Rabbi Rahîm.”
Şâirimiz, tamlamanın imlâsını yanlış yazmış ve farkında olmadan “(Onun) Rabb’i Rahîm(dir)” diye cümle kurmuş.
.“Tefekkür ile bizi rızâna al RABB-i RAHÎM.” Amin!
*“Gidiyorsak Âdem babamızın vatan-ı aslîsine dönüyoruz, gidiyorsak sahibi hakikînin huzuruna gidiyoruz inancı ile ölümü bir ders-i ibret olarak bize seyrettiren insanlar.”
Yazarımız “vatan-ı aslî, ders-i ibret” gibi düzgün yazdığı iki tamlamaya ilâveten birini yanlış yazarak “sahibi hakikî / (onun) sahibi hakikî(dir)” diye cümle kurduğunun farkında değil elbet.
Bir yazarımız da Fârisî tamlamayı “halı hazırda” diye yazmış. Sanırsınız ki halı temin edilmiş, gideceği yere hazırlanmış. Fakat hâl-i hazırda halı falan yok tabi!
***
Şapka hatâsıyla bir hitâm:
“Kátil asla VARİS olamaz deriz de, miras davasında bulunan kátillerle iş tutarız.”
Kişi kátil olunca damarları kat’iyyen tıkanmıyor da VARİS olma riski ortadan kalkıyor mu acep?
Varis bu, şakası yoktur. Ordubozan da demişler. Hele sebep olduğu kaşıntı yok mu? Bacaklarını kopartıp atasın gelir. Kátil olmaya özendirecek dereceye varıyor mu bilmem.
Adâletin, koca koca saraylarda mahpus olduğu güzelim memleketimizde, varis derdi olanları katle teşvikten dâvâ açılabilir; haberiniz olsun. Üstelik, “basın yoluyla işlendiğinden…” deyip katlamalı tecziye bile talep edilebilir netekim. Hem “…kátillerle iş tutarız.” itirafı(!) da yapılmışken…
Hattâ, öküz altında buzağı arayan yetkililer, durumdan vazife çıkarıp resmî ilânımızı kesmelerine çok mâkul (!) bir gerekçe daha bulduk, diye sevinebilirler de.
Demedi demeyin! Şapkadan geçin, şapka deyip geçmeyin!
Varis: Toplardamar genişlemesi; ordubozan.
VÂRİS: Mirasçı.