"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Mezhep ihtilaflarının sebep ve hikmetleri - 1

Abdurrahman AYDIN
24 Ocak 2025, Cuma
“Kur’ân ve Sünnet ortada dururken müçtehidler neden ihtilâfa düştüler ve aynı konuda farklı fetvalar verdiler? İslâm tek ve hakikat bir değil mi? Bir şey hem doğru, hem de yanlış olabilir mi?”

Çok sorulan bu soru, uzaktan bakıldığında makul ve mantıklı gibi dursa da, işin içine girildiğinde “teferruatta” meydana gelen bu ihtilâfların ne kadar makul, meşru ve maksut olduğu anlaşılır.

Öncelikle bilinmelidir ki, müçtehid “müsbit değil muzhirdir.” Yani kafasına göre dinî hükümler koyan değil, mevcut dinî metinlerden “Rabbimizin muradı ve bizden istediği nedir” sorusunun cevabını bulmaya “çalışan” ve örtülü bırakılan İlâhî maksatları açığa çıkarandır.

BİRİNCİ SUAL: “Peki, İlâhî maksatlar birbirine zıt mıdır ki, bazen olur fetvalar birbirine zıt düşer?”

CEVAP: İlâhî maksatlar birbirine zıt değildir. Ama insanların fıtratları veya sosyal şartları birbirine zıt olabilmektedir. Bu durum, maksad-ı İlâhînin gerçekleşebilmesi için fetvaların da değişme- sini gerektirmektedir. İzahı gelecektir.

İKİNCİ SUAL: “Müçtehidlerin aynı dinî metinlerden farklı fetvalar çıkarmalarının sebebi nedir? Bunun bir faydası mı var?”

BİRİNCİ SEBEP ve FAYDA: Şeriatın Sahibi olan Hakîm-i Rahîm ile bu şeriatı açıklamakla görevlendirdiği Rasûl-ü Ekrem (asm) “teferruatta” ümmetin ihtilaf etmesini yani âyet ve hadislerden farklı hükümler çıkarmasını murat etmişlerdir. Bu amaçla birçok sözlerini farklı anlamlar çıkarılabilecek şekilde sevk etmişlerdir.

Böyle murat etmelerinin sebebi, bu ümmete olan merhametleridir. 

Çünkü bu ümmet kıyamete kadar kendisine yeni bir şeriat gönderilmeden dört-beş çağ yaşayacak, farklı iklimlerde, değişik kültürlerde ve çeşitli şartlar altında bulunacaktır. Hâl böyle iken en küçük detaya kadar bütün hükümlerin kat’î ve katı kalıplarla belirlenmesi, hiçbir esneklik ve boşluk bırakılmaması bu ümmet-i merhûmeyi bunaltacaktı.

“Hâtemü’l-Enbiya’dan sonra … muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır [bırakılmıştır].”1 Evet, insanların içinde bulunacakları şartlar, sorunlar ve ihtiyaçlar birebir aynı olmadığı hâlde “çözüm veya terbiye” tekliflerini teke indirgemek sıkıntılara yol açacaktı.

İşte bu yüzden nass’larda (ayet ve hadislerde) çoğu kez “bilinçli boşluklar” bırakılmış ve âlimlerden bu boşlukları murad-ı İlâhîyi ifade eden temel ilkelere uygun şekilde doldurmaları yani içtihad yapmaları ve çözüm üretmeleri, böylece ümmetin farklı kesimlerinden her birine uygun düşen doğru yolu göstermeleri istenmiştir.

Cenab-ı Hakkın ana çerçeveyi ve hudutları çizdikten sonra bu hudutlar içinde “bilinçli boşluklar” bırakması şeriatın daima genç kalmasını, esnekliğini, kolaylığını, yaşanabilirliğini, evrenselliğini, her çağa uyumunu ve her bir toplum için doğru çözümü üretebilmesini sağlamaktadır.

Bu anlamda Resûl-ü Ekrem (asm) Efendimiz buyurur ki: “Allah, size birtakım şeyleri farz kıldı, onları zayi etmeyin. Bazı şeyleri sınır olarak belirledi, onları aşmayın. Bazı şeyleri de haram kıldı, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyler hakkında ise unuttuğu için değil, size acıdığı için hüküm koymadı. Öyleyse bunları da araştırmayın.”2

Demek ayet veya hadislerde bırakılan boşluklar “unutulduğu için değil” ya da nass’lardaki anlam çeşitliliği “kafaları karıştırmak için” değil, bilâkis o konularda farklı içtihadlara alan açmak, böylece şeriatı genişletmek ve insanları rahatlatmak içindir.

Nitekim Cenab-ı Hak da: “Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sorup durmayın! Eğer onları Kur’ân indirilirken sorarsanız size açıklanır...” buyurmuştur.3 Bunun anlamı: Her detayın hükmünü bize açıklatmayın ki, içtihad ve ihtilaf konusu olmaktan çıkıp da sizin için bağlayıcı hâle gelmesin! Yoksa tek bir hükme hapsolur ve darlık çekersiniz, demektir.

Gerçekten İsrailoğulları bu hatayı yapmışlar, kendilerine “bir inek kurban etmeleri” emredildiğinde onlar bu kurbanın niteliklerini sordukça sormuşlar ve her sorduklarında da o inekle ilgili yeni bir şartın açıklanmasına sebep olmuşlar, nihayet o vasıfları taşıyan bir ineği neredeyse bulup kesemeyecek duruma düşmüşlerdir.4

İKİNCİ SEBEP ve FAYDA: Temel prensiplerin belirlenmesi ve bunlarda ittifakın sağlanması elbette şarttır ve öyle olmuştur. Fakat iş bu prensiplerin uygulanmasına gelince bunda da tek bir yol ve yöntemin belirlenmesi, o prensiple gözetilen asıl maslahat ve faydaların gerçekleşmesini imkânsız kılabilmektedir.

Örneğin, sağlığımız için su en temel gıda ve vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Ama asıl olan “sağlığın korunması” maslahatıdır ve “kişinin su içmesi” bu maslahat esas alındığında -o anki durumuna bağlı olarak- tıbben farzdan harama kadar farklılık gösterebilir. Demek, teferruatta ahkâmın değişmesi, alternatif ve hatta birbirine zıt hükümlerin devreye girmesi haktır, doğrudur ve maslahattır.

Aynen bunun gibi dinin uygulanmasında ve detaylarında da iklimden iklime, kültürden kültüre farklı hüküm- lerin bulunması bir gerekliliktir. Evet, “Dört mezhep de haktır. Füruatta [detayda] hak taaddüd eder [birden fazla olur].”5

Bir kültürde maksadı hasıl eden bir uygulama, başka bir kültürde zorluğa sebep olabilir. Bu yüzden dinî metinler bu farklılığı tolere edecek esnek bir şekilde “sübut” bulmuş, bize öyle “intikal” etmiş ve mezhepler de hitap ettikleri insan tipine göre bu boşlukları, esas maksat ne ise onu gerçekleştirecek şekilde doldurmuştur.

Örneğin: “Namazda kıraatin farz olduğuna” dair ihtilâf yoksa da Şafiî ve Hanbelîler “Fatiha’sız namaz olmayacağına” dair hadislere bakarak -ister gizli, isterse açıktan okusun- imamın dışındakilere de Fatiha’yı şart koşmuşlardır. Hanefîler “İmamın kefil ve kendisine uyulan olduğuna” dair hadisleri düşünerek, sadece imamın okumasını yeterli görmüşlerdir. Malikîler ise aynı delilerden, imam kıraatini açıktan yapıyorsa cemaatin okumayacağını, gizli yapıyorsa okuması gerektiğini çıkarmışlardır.

Şimdi, burada “Deliller neden biraz kapalı bırakılmıştır? Hangi mezhep doğrudur?” denilmez. Zira bu kapalılık, her biri ayrı insan tipine uygun birer uygulamayı ve içtihadı doğurmuştur ve hepsi de doğrudur.

Bu hikmete işareten Bediüzzaman Hazretlerine, 1919’lu yıllarda Ayasofya’da kaldığı sıralarda, çok sayıda hoca ve talebenin birlikte gelerek sordukları bir soru var, dediler ki:

- ‘Namazda imama uyan Hanefîler Fatiha’yı okumuyor, Şafiîler ise okuyorlar. Bunlardan hangisi haktır?’

Bunu soranlar Hanefî, Üstad ise Şafiî idi. Belki de onun, birbiriyle çelişik duran çok sayıdaki hadisleri zikredip bunlar arasında bir tercih yapacağını ve iki mezhepten muhtemelen kendi mezhebini haklı çıkaracağını sandılar. Oysa Üstad, onların üzerinde münakaşa edebilecekleri bir cevabı değil, belki şeriatı bu şekilde intikal ettiren Şâri’in buradaki hikmetini göstererek her iki mezhebi de haklı çıkaran bir cevabı verdi ve dedi ki:

- ‘Şafiîler ekseriyetle köylü ve bedevîdir. Hanefîler ise ekseriyetle şehirli ve medenîdir. Köylüler meselelerini müzakere edecekleri veya hâlledecekleri zaman, köy kahvesi şeklinde münazara ve münakaşa ile hepsi konuşurlar, öyle hâllederler. Medenîler ise bir temsilci seçer, bu temsilci umum namına konuşur ve bir neticeye bağlar. [Aynen öyle de] Şafiîlerde herkes meramını anlatır. Hanefîlerde ise bir imam ve bir temsilci onlar namına konuşur.”6

Evet, kalabalık olan şehirlerde temsîlî yönetimin kullanılması bir zarurettir ve medeni olmak bunu gerektirir. Nüfusun az olduğu kırsal kesimde ise buna pek ihtiyaç olmadığı gibi bedevî mizaç da zaten buna çok yatkın değildir; kendi derdini kendisi söylemezse daralır. İşte Cenab-ı Hak, kendisine ibadet eden her iki tipe de “huzura erebilecekleri bir diyalog şekli” sunmuş, bunu da delilleri her iki fetvaya elverişli kılarak yapmıştır.

Dipnotlar:

1- 27. Söz, Hâtime.

2- Dârimî, Mukaddime, I/62

3- Mâide Suresi: 101.

4- Bakara Suresi: 67-71.

5- Bunlara “Musavvibe” denir. (Sünûhât)

6- Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, VI/13-14

Okunma Sayısı: 265
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı