"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risale dersinin usûlü hakkında bir müzâkere (1)

Abdurrahman AYDIN
15 Ocak 2025, Çarşamba
(Bu müzakere, gazete okurlarımızdan bir hanımefendinin sorularına verilen cevaplardır. Faydalı olacağı mülâhazasıyla yayımlanmıştır. Okuyucularımızın yorumları da bu müzakereye zenginlik katacaktır.)

BİRİNCİ SUAL: Zübeyir Ağabeyin Konferansındaki ders yapma usulünü esas almak istiyoruz. Yani kelimelerin sadece manalarını vermekle ve o bahsin izahı başka bir risalede varsa oradan okumakla yetinmek istiyoruz. Fakat yeni gelenlere veya ortaokul talebelerine dersi bu şekilde okuduğumuzda anlayamadıklarını görüyoruz. Biz de: “Onlara dersi açıklamak lâzım” dediğimizde bazı büyükler şöyle itiraz ediyorlar: “Anlamıyorlar ve istifade edemiyorlar diye düşünmeyin! Onlara -sizin anladıklarınız değil- onların kendi anladıkları yeter. Hiçbir şey anlamasalar dahî kalben ve ruhen istifaza ederler. Zira marifetullah hava, su veya nur gibi olduğundan her zaman aklın kalıpları içine sokmak doğru değildir.” Doğrusu nedir?

CEVAP: Doğrusu ne ifrattır, ne de tefrittir. İstikamet orta yoldan gitmektir.

İKİNCİ SUAL: Bir yazınızda “Nesnel bir ölçü kabîlinden, istitradî olarak girdiğimiz kendi yorumlarımızın metinden fazla olmamasına dikkat etmek gerekir” diyorsunuz. Oysa bu sözünüz, Sözler’deki mezkûr ders usulüyle çelişiyor. Bu durumda bizim Sözler’i esas almamız gerekmez mi?

CEVAP: Elbette Sözler’i esas almamız, ama “Sözler” derken de Külliyatın tamamını bir bütün olarak kabul etmemiz gerekir.

Barla Lâhikasını ve Fihrist Risalesi’ni düşünelim. Bunlarda ve ayrıca hatıralarda var ki, Üstad’ımız talebelerine: “Siz ne anladınız, onu yazın/söyleyin” demiyor mu? Külliyatta açıklama yapılabileceğine dair sarahaten veya işareten izin veren, hatta buna emreden cümleler ile Konferans’ın o kayıtları da “zahiren” birbiriyle çelişmiyor mu? O halde bu “zahirî çelişkinin” giderilmesi gerekir.

Bir defa Zübeyir Ağabeyin o sözleri “umumî” derslerle ilgilidir.

Hem “küllî” değil “mutlak” tır. Yani genel bir hüküm olup istisnalara açıktır. Önemli olan “kimlerin” ve “ne kadar” açıklama yapabileceğidir.

Her ikisine de cevap sadedinde, çok izahatta bulunan bir kardeşi uyarmak şöyle dursun, aksine onun kendini suçlu hissetmesine mukabil hizmetkâr bir ağabey: “Kardeşim! Sendeki ilim Risale-i Nur’dur. Senin başka bir sermayen yoktur. O yüzden izah sadedinde anlattıkların Risale-i Nur’a hep uygundur. İzah edebilirsin” demiştir. Nitekim bu hizmetkârların, kendi huzurlarında yapılan bu tür açıklamalı dersleri, sükût ederek tasvip ettiklerini internetteki birçok video kaydında da görmek mümkündür.

Açıklamanın ne kadarına izin verilebileceği hakkında “metinden fazla olmasın” şeklindeki teklifimizin sebebi ise, mazbut ve muayyen olmayan şeylerde ifrat veya tefrite düşülebilmesidir. O yöntem, pratik bir çözüm teklifidir. Yoksa yeri gelir, izahlar metinden fazla olabilir. (Lemaat’dan okunuyorsa.) Bazen de en küçük bir izah bile çirkin düşer. (17. Lem’a’nın kabre girişi hayalen yaşatan 12. Notası’nda olduğu gibi.) 

ÜÇÜNCÜ SUAL: O halde Konferans’ta, izah aleyhine bu kadar katı sınırlar konulmasının sebebi nedir?

CEVAP: Meslekler ilk ortaya çıktıklarında bozulmasın ve yozlaştırılmasın diye katı ve sıkı kurallar konur. Ne zaman ki, o meslek takarrür eder, kök salar, tarzı oturur, kemalini bulur ve kendisini doğru temsil edebilecek yeterince talebesi olur. İşte o zaman bu katı ve sıkı kayıtlar biraz daha esner.

Peygamber Efendimizin (asm) resim ve kabir ziyareti konusunda, başlangıçtaki men edici tavrı ile tevhid kalplere yerleştikten sonraki tasvipkâr tavrı aynı mıdır? Ya da hadislerin yazılması konusunda başlangıçtaki yasaklayıcı tutumu ile Kur’ân yeterince ezberlenip koruma altına alındıktan sonraki izin verici tavrı aynı mıdır? Yahut Selef-i Salihîn, müteşabih ayet ve hadislerin te’viline şiddetle karşı çıktıkları halde, Üstadımızın da dahil olduğu Halef uleması bunları neden hep te’vil etmiştir; değişen nedir?

İşte, Risalelerin orijinal metni bırakılmasın, Nur dersleri yozlaştırılmasın ve Nurculuğu kendine benzetmek isteyen cazibedar malumatfuruşlara aldanılmasın diye Konferans’ta işin aslı bu şekilde tespit edilmiş ve böylece suistimalin ve yozlaşmanın önüne geçilmiştir. Yalnız bu hassasiyet gözetilmek şartıyla “şerh ve izah görevi” de verilmemiş değildir.

“Üstad bir konuyu okurken, başka bir yerde aynı mesele varsa onu da okurdu. Gerekirse o konuyla alakalı açıklamalar da yapardı. Gerekirse ayet mealleri de verirdi. Yani Üstad, yerine göre okuduğunu açıklar ve anlatırdı. Benim Üstadımızdan gördüğüm budur.”1

Anlaşılan izah yasaklanmış veya sınırlandırılmış değildir. Bu meselede asıl korunması istenen sadece iki şeydir:

Birincisi: Meselelerin Risale-i Nur’un tespit ettiği şekliyle ve onun üslubuyla anlatılmasıdır. Örneğin namaz bahislerini okurken Risale-i Nur’da verilen özendirici bilgi ve temsillerle yetinmeyip eski kitapların verdiği o şiddetli ve ürkütücü bilgi, rivayet ve temsilleri aralara sıkıştırmak yanlıştır. Yani tedavi için Risale-i Nur’un kullandığı ilâçlara başka ilâçları da karıştırmak ve uyguladığı tedavi prosedürünü değiştirmek doğru değildir. Çünkü Sevgili Üstadımız o ilâçlardan günümüz hastalarında alerji yapmayanları seçmiştir.

İkincisi: İzahta bulunan kimsenin, dinleyiciler nazarında daha baskın hale gelip Risale-i Nur’a perde olmaması, dinleyenleri o ders yapan “şahsa bağlı” hale getirmemesidir. Yani izah yapanın “perde” değil “cam” gibi olması gerekir. Ama bu cam bir büyüteç şeklinde olabilir, bunun zararı yoktur. Zira cam olduğundan dolayı başka bir şeyi veya kendini değil, belki o metindeki daha ince nükteleri göstermektedir.

Yalnız burada dersi okuyan kimse, her cümleyi okuduğunda hemen Üstad’ın sözünü kesip sürekli  araya girmeye ve güya izah etmeye kalkarsa bu “itici ve sıkıcı” olur; su katılan çorba gibi dersin tadını kaçırır.

Külliyatın tamamına vukufiyet kesbetmiş olsa bile, muhataplarının seviyesine dikkat etmez ve detaya çok inerse bu defa da “dağıtıcı” olur. Zira bu takdirde muhatap, okunan meseleyi bütünlüğü içinde göremez ve ihata edemez. Nitekim aynı yerde “Bir mesele-i imaniye ve Kur’aniye ‘umuma ders verilirken’ mücmel olarak tedrisinde, daha fazla istifaza ve istifade vardır” denilmiştir.

Cay-ı ibret tecrübem var ki, Zübeyir Ağabeyin söylediklerinin haklılığını ortaya koyuyor. O da şudur: Ne zaman dershaneye yeni insanlar gelse ben izah oranını artırıyordum. Tâ ki “Biz oraya gittik, okuduklarından bir şey anlayamadık” diye dershane ve Nurlar aleyhinde bir propaganda yapmasınlar. Hem de ders onlara sıkıcı gelmesin ki, tekrar gelsinler.

Ne var ki, böyle izah yaparak kendimizi yorduğumuz derslere gelen o yeniler sonradan gelmediler! Anladım ki, bazı insanların epey bir şeyler anlaması onların tekrar gelmesini sağlamadığı gibi, bazı insanların da başlangıçta çok az şey anlaması onların tekrar gelmesine mâni olmuyor. Zira bu ikincilerin aklı belki çok az anlıyor, ama kalp ve ruhu o ortamda öyle bir lezzet alıyor ki tekrar geliyor.

Hem çok izah yapılmadığı zaman sebatsız, daldan dala çok zıplayan veya farklı niyetler taşıyan ya da ilim veya cemaatler arasında gidip gelen kararsız kişiler ayıklanmış ve elenmiş oluyor. Risale-i Nur da kendine lâyık talebeleri bu şekilde buluyor.

Bir de şu var: Özellikle imanî ve gaybî konularda Üstad Hazretleri cümleleri öyle kuruyor ki, nefsülemirdeki hakikat ancak o şekilde anlatılırsa doğru oluyor. Bizim cüz’i ilmimizle izah sadedinde yaptığımız ilâveler ise o hakikatın tamamını gösteremiyor, belki bir tarafını biraz netleştiriyor, ama bu defa da insicam ve tenasüp bozuluyor ve o hakikat bizim izahatımızdan ibaretmiş gibi algılanıyor.

Kısacası, başta belirtildiği gibi “ifrat veya tefrite düşmeden” ders okuyan kişinin gerek kendi vukufiyet seviyesine ve gerekse muhataplarının kapasitesine göre, asgarî bir izahla yetinmesi vasat bir yol olarak görünüyor. Yoksa önüne kırmızı bir kitap açıp, sonra da kendi malumatını satmak, “bal hırsızı Alo”nun yaptığı gibi boş kovana yabanî arıları doldurup “Vız vız sizden, bal benden” demek olur.2

Dipnotlar:

1- Üzeyir Şenler’den, Ağabeyler Anlatıyor, V/307

2- Muhakemat, 1. Makale, 3. Mukaddime.        

Okunma Sayısı: 476
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı