Bu zamanda en büyük mesele “imana hizmet”tir. Çünkü, taklidî olan iman sarsılmıştır. Binanın temeli hükmünde olan iman sarsıldığı takdirde, o bina oturulamaz hâle gelir. Zira, her an için yıkılıp enkaza dönmesi muhtemel.
Dolayısıyla, böylesine güvensiz bir ortamda ve mekânda, sağlıklı hiçbir hizmet yapılmaz, yapılamaz.
O hâlde, yapılacak olan hayırlı bir hizmet için önce güven lâzım, önce asayiş ve emniyetin temin edilmesi lâzım. Bunlar yoksa şayet, insanlar sizi nasıl dinlesin? Hakkıyla nasıl istifade etsin ki?
İşte, şu dehşetli zamanda bir “manevî rehber” mahiyetinde ve mesabesinde olan Risale-i Nur, “müsbet hareket” metoduyla, bilhassa emniyet ve asayiş noktasında ziyade tahşidat yaparak, insanlara telâşsız, endişesiz, vesvesesiz bir iman hizmetini sunuyor.
***
Yaşadığımız devirde meydana gelen dehşetli sarsıntıların şiddetine dair Hz. Bediüzzaman şöyle bir tarifte bulunarak “Bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hadiseler”den söz ediyor.
Hakikaten, öyle dehşetli cereyanlar var ve öyle sarsıcı hadiseler vukua geliyor ki, ayakta sağlam durabilmek dahi başlı başına bir mesele hâlini almış durumda. Meselâ, birçok yerde ifade ettiğimiz gibi, bu çağda görülen ekstrem günahların yanı sıra, eski kavimleri helâk ettiren beşerî günahların dahi tamamı bu zamanda, bu ümmetin içinde yaşanıyor. Esasen, bu günahların dünyaya yayıla yayıla zirveye çıktığı esnada, kâfirlerin başında kıyamet kopacağı belirtiliyor.
Tabiî, şu âhirzaman için söz konusu olan dehşetli cereyanlar ve sarsıntılı hadiseler, sadece ahlâkî cihetteki yaşantıdan ibaret değildir. Eş zamanlı olarak, insanların can ve mal emniyeti de aynı şekilde dumura uğrayacak demektir. Nitekim, dünyanın muhtelif merkezlerinde şimdi de örnekleri yaşanıyor. Meselâ, bazı yerlerde gasp, soygun, cinayet, hırsızlık, tefecilik, çetecilik, adam kaçırma gibi hukuk ve meşruiyet dışı faaliyetler başını almış gidiyor. Bunlara karşı ne zırhlı araçlar, ne çelik kapılar, ne güvenlik elemanları, ne gizli kameralar, ne alarm zilleri, bunlara hiçbiri kesin olarak bir çözüm teşkil etmiyor. Şüphesiz, alınan tedbirlerden her biri kendine göre bir fayda sağlıyor; ancak, azgınlıkta o derece ileri gidilmiş ki, bunların hiçbiri nihaî emniyeti, güveni sağlayamıyor.
***
Peki, bütün bu ve benzerî durumlar karşısında azamî derecedeki çere ve çözümün yolu, usûlü, tarzı, yöntemi nedir ve nasıldır?
Elcevap: Hiç şüphe yok ki, evvelâ herkesin kalbine bir bekçinin, bir polisin, bir yasakçının yerleştirilmesidir. O manevî yasakçı, kişinin iç dünyasını terbiye ettiği için, onun elini haram şeylere uzattırmaz, onun ayağını harama adım attırmaz, ona başkasının hayatını tehlikeye atacak, canına-malına zarar verecek işler yaptırmaz.
İşte Risale-i Nur, bilhassa bu vazifeyi yapıyor. Aynen, 26. Lemâ’da şöylece ifade edildiği gibi: “Memleketin her tarafında bulunan Nur Talebelerinden, bu yirmi senede alâkadar üç-dört mahkeme ve on vilâyetin zabıtaları, emniyeti ihlâle dair bir vukuatlarını bulmamış ve kaydetmemiş. Ve üç vilâyetin insaflı bir kısım zabıtaları demişler: Nur Talebeleri manevî bir zabıtadır. Asayişi muhafazada bize yardım ediyorlar. İman-ı tahkikî ile, Nuru okuyan her adamın kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar, emniyeti temine çalışıyorlar.”
Keza, 12. Şua’daki şu ifade de, aynı noktaya tam parmak basıyor: “Risale-i Nur, amel-i salih noktasında, iman cânibinden, herkesin başında her vakit bir manevî yasakçıyı bulundurur. Cehennem hapsini ve gazab-ı İlâhîyi hatırına getirmekle fenalıktan kolayca kurtarır.”