Suriye’nin durumu son derece hassas ve kritik bir noktada.
Eski hâle dönmesi muhâl. Şu hâliyle kalması da aynı şekilde muhâl. Çünkü, bölge ve dünya aktörleri gözünü bu coğrafyaya dikmiş vaziyette. Her biri kendi menfaatini düşünerek yeni stratejiler üretiyor.
Bu durumda, Suriye ya Suriyelilerin olup adım adım durulmaya-düzelmeye doğru gidecek, ya iç-dış çatışma sahasına dönüp kimsenin rahat edemeyeceği hercümerç bir vaziyete dönecek.
«
Suriye’nin bundan sonraki safha itibariyle neden “ya batar, ya çıkar” diye özetlenebilecek vaziyetinin öncelikli sebep ve gerekçelerini şöylece sıralamak mümkün:
Birincisi:
Dünyanın dengesine oynayan ABD, Rusya ve bazı Avrupa devlerinin burada üsleri var. Bir kısmının da bu coğrafyada çok uzun zamandan beri süre gelen stratejik hesapları, dolayısıyla bağlantıları var. Şüphesiz İran ve Çin’in de kendine göre hamleleri söz konusu. Bu karmaşık tablonun devam etmesi hâlinde, ister istemez gerilim tırmanır ve kargaşa meydan alır.
İkincisi:
Bölgeye hâkim olma emelindeki İsrail, Suriye toprakları üzerinde emelleri ve gizli-açık planları var. Üstelik, her bahane ile istediği yeri hedef seçip bombalıyor, hatta göz göre göre bazı yerleri işgal ediyor. Buna rağmen, ona dur diyecek bir aktör henüz ortada yok. Dolayısıyla, daha da azgınlaşarak ileri gitmeye devam ediyor. Ama, bir yerde mutlaka durması, yahut durdurulması gerekiyor. Aksi hâlde, bölgeye ne barış gelir, ne de huzur ve emniyet.
Üçüncüsü:
Suriye’nin demografik yapısı büyük çeşitlilik arz ediyor: Ülkedeki nüfusun yarısı etnisite itibariyle Araptır. Fakat, onlar da kendi aralarında dinî-mezhebî yönden çeşitlilik gösteriyor: Ağırlıklı olarak Sünnî olmakla beraber, ayrıca Alevî (Nuseyri), Dürzî, Ermeni, Asurî ile muhtelif Hıristiyan olan nüfusu da hatırı sayılır bir yekun tutuyor.
Araplardan sonra Sünnî olan Kürtler ve Türkmenler geliyor. Ki, onların da yakın akrabası Irak ve Türkiye’de mevcut.
Netice itibariyle, Suriye’deki Arap nüfusunun durumu ve geleceği Mısır ve Arabistan başta olmak üzere Arap dünyasını ilgilendirdiği gibi, Kürtlerin, Türkmenlerin ve Alevilerin durumu ve geleceği de Türkiye, İran ve Irak’ı illâ ki bir şekilde ilgilendiriyor.
Dördüncüsü:
Suriye, gerek demografik yönden ve gerekse sınır uzunluğu itibariyle Türkiye’nin ilk sırada gelen komşusudur. Hem en büyük sınırdaşı, hem en çok gümrük kapılarının bulunması, dolayısıyla potansiyel olarak en büyük ticaret hacminin Suriye ile olması hasebiyle, burada olan-biten her şey, Türkiye’yi yakından ilgilendirir.
Özetle, Suriye’deki gelişmelere hangi açıdan bakılırsa bakılsın, bundan olumlu veya olumsuz şekilde en çok etkilenecek olan ülke Türkiye’dir. Buna göre, Türkiye, orada yaşanacak her gelişmeye müdahil olmak durumundadır.
Suriye’de dünya devleriyle anlaşmaya varmak kolay olmamakla beraber, Türkiye’nin orada olup bitenlere seyirci kalması, bigâne durması düşünülemez.
«
Velhasıl, genel ve özel durumlar açıkça gösteriyor ki, Suriye’nin geleceğini belirlemede ya Suriye halkı söz ve irade sahibi olacak ve bu sûretle huzura, sükûne erecek, ya da dinî ve etnik ayrılıklar körüklenerek durum eskisinden beter bir tabloya dönüşecek. Şimdilik üçüncü bir ihtimal görünmüyor.
Bizim onlara dua ve temennîmiz şudur: Suriye’de inşaallah kısa zaman içinde hürriyet, adalet, demokrasi tesis edilir. Halk, hür iradesiyle temsilcilerini seçerek meclise gönderir. Meclis de, haricî hiçbir gücün tesiri altına girmeksizin ülkenin yönetimine hâkim bir duruma gelir. Hem kendileri, hem bölge insanları bu sûretle rahata, huzura erişir.