İktidar ile muhalefet arasında yaşanan siyasî çekişme, bir taraftan iktisadî hayatı da etkilemeye başladı. Özellikle firmalar ve çalışan kesimler açısından…
Evet, çok yönlü boykotaj listesinde piyasadaki bazı ürünlerin, firmaların, markaların yer alması sebebiyle, toplumda bir kutuplaşma hâli belirdi.
Bir taraf, boykot listesini yapıp “alışverişi keselim” derken, diğer taraf “daha çok alışveriş” yapma eğilimi içine girdi.
Bu ise, “fillerin tepişmesiyle çimenlerin ezilmesi” kabilinden hiç hoş olmayan bir tablonun oluşmasına sebebiyet veriyor.
Ortaya çıkan bir garip tablo da şudur ki: Gerek boykotajcıların listesinde yer alan firmaların çalışanları ve gerekse boykotu kırmaya azmetmiş tarafın ekstrem destek verdiği firmaların personeli arasında her iki tarafın, yani hem iktidarın, hem de muhalefetin seçmeni olan vatandaşlar var. Ki, asıl mağduriyeti onlar yaşıyor. Sadece mağduriyet de değil; onlar, ayrıca üzülmek ile sevinmek arasında gidip gelen şaşkınlara dönüyorlar.
Ne diyelim; Allah hayra tebdil etsin bu işi sonunu…
«
Boykot ile boykot karşıtlığı meselesi gündeme geldiği günden beri tarafları yakından izliyoruz. Konuşmalarını dinliyor, yaptıklarını gözlemliyoruz. Bazılarıyla birebir konuştuğumuz da oluyor. Daha önemlisi, nereye gitsek, kiminle görüşsek, bu konuyla ilgili sorulara muhatap oluyoruz. “Bu gidişat hakkında ne düşünüyorsunuz, durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?” tarzında mükerrer sorularla karşılaşıyoruz.
Burada da hemen söyleyelim ki, biz “at izinin it izine karıştığı” bu arenaya girmekten çekiniyoruz. Zira, faydadan çok zararı görünüyor. Doğru olan, siyasî mücadelenin kendi yöntemleriyle ve kendi mecrasında yapılmasıdır.
Netice itibariyle, bir siyasî çekişmenin, her kesimden vatandaşların içinde bulunduğu üretim ve piyasa hayatını, işgücü ve çalışma hayatını, nihayet topyekun ticarî ve iktisadî hayatı menfî yönde etkileyecek bir yolda körkütük gidilmesini doğru bulmuyoruz.
Siyasî mücadele yapacak olanların, başka ilgisiz insanların hassas dengeler üzerinde yürüyen hayatını karartacak bir metot yerine, riskleri sadece kendisine ait olan bir yol ve yöntemi tercih etmeleri gerekiyor. Boykotajların ise, daha çok harice karşı ve zararı bize dokunan ecnebî mallarına karşı yapılması daha doğru olur. Meselâ, vahşette sınır tanımayan zalim İsrail’in ithal ürünlerine karşı…
«
Şu “boykot” merkezli çekişen tarafların yaptıklarına baktığımızda ise, ne yazık ki dizboyu bir “israf çarkı” içinde düşe kalka gittiklerini görüyoruz.
Meselâ: Alışverişi kısan muhaliflerin, şimdiye kadar iktisada riayet etmedikleri anlaşılıyor. Yani, iktisatlı hayata talim etmek mümkün iken, onlar fazladan alışveriş yaparak müsrif olmuşlar, israfa akan bir hayat tarzını tercih etmişler.
Öte yandan, piyasadaki alışveriş cirosunu iki misline çıkarmakla övünen iktidar yanlılarının da iktisadı değil, israfı teşvik ettikleri anlaşılıyor.
İşte, bilhassa şu “israflı hayat”ı teşvik ve ihsas eden hayat tarzından şiddetle kaçınıyoruz. Zira, bizim esas aldığımız yaşayış tarzı “azami iktisat” prensibine dayanıyor. Evet, 5. Şua’da hatırlatıldığı gibi “İsrafa giren, Süfyanın damına/tuzağına düşer” ve onun hayat tarzına yönelir. Dolayısıyla, en büyük bir korkumuz da budur.
«
Final: Partiler, siyasî mücadelesini meşru zeminde ve kendi mecrasında yapsın ve yapmalı. Ama, kendi seçmen kitlesinin de dahil olduğu masum vatandaşlara zarar verecek yöntemlere yönelmekten şiddetle kaçınmalı. Ve, bizim için en hassas bir nokta olan “iktisatlı hayat”ı teşvik ve tercih etmenin yanı sıra, “israfı teşvik” eden “eylem” ve “söylem”lerden imtina etmeli.