Bir önceki yazıda kaldığımız yerden devam ediyoruz. Asıl ve daimî konumuz “israf ve iktisad” meselesi.
Hem, Risale-i Nur’daki tertibe göre gidecek olursak, “Ramazan”dan sonra “Iktisad-Şükür” risâleleri gelir.
Öte yandan, mübarek Ramazan daha bitmeden, emekli ikrâmiyesi, geçim derdi, fâhiş zamlar, boykot çağrıları, bezdiren enflasyon artışı gibi konular gündemin sıcak maddeleri arasında yerini aldı.
Daha da uzayıp giden sıcak gündem listesine nereden bakarsak bakalım, her birinin iktisad ile bağlarının çok açık olduğunu görüyoruz.
Demek ki, şu “iktisad” meselesi yaşadığımız hayatımızın merkezinde yer alıyor. Maaşlar gibi, alışveriş, kira ödemeleri, mutfak giderleri, sabit faturalar, sağlık ve eğitim harcamaları gibi aklınıza gelen her neyimiz varsa, mesele dönüp dolaşıp bir şekilde iktisada bağlanıyor.
O halde, iktisadın ne olduğunu iyi bilmeli, onu yakından tanımalı, ona azamî derecede dikkat etmeli; tâ ki, tüketimde israfa girmeyelim ve maddî-manevî yükümüzü kendi elimizle daha da ağırlaştırır bir duruma düşmeyelim.
«
Dünyanın neresinde olursak olalım, bulunduğumuz ülkenin iktidar mevkiinde kim olursa olsun, hangi tarz-ı siyaset hükmederse etsin, yani her halükârda israftan kaçınmak ve azamî iktisada riayet etmek durumundayız.
Dahası, maddî imkânlarımız ne kadar elverişli olursa olsun, isterse varlık içinde yüzüyor olalım, isterse bolluk bereket içinde gark olalım, yine de israftan uzak durmaya ve iktisadlı hayata talim etmeye kendimizi mecbur ve mükellef hissetmeliyiz.
Sebebine gelince…
Öncelikle israfın haram olduğuna inanıyoruz. Her türlü haramdan kendimizi sakınmalıyız. İsraftan uzak bir hayat tarzını alışkanlık haline getirmenin ehemmiyetine dair şu rivayeti pek çoğumuz biliyoruz: “Nehir kenarında bile olsanız, abdest alırken suyu israf etmeyin.”
«
Demek ki, iktisadlı ve israfsız bir hayatı yaşama gereğinin birinci sebebi, hükûmet politikaları değildir.
Hani, beceriksiz veya haramzâde idarecilerin uyguladığı politikalar yüzünden birçok insanın hayatı maalesef altüst olabiliyor. Sosyal adâlet sağlanamadığı durumlarda, sosyal barış da bozulabiliyor. Ardından, haliyle türlü krizler yaşanabiliyor.
İşte, bu gibi muhtemel gelişmeleri de dikkate alarak, kendimizi önceden “azami iktisad” düstüruna alıştırmanın pek çok faydası var. İktisadlı hayata alışkın olmayanlar ise, kriz dönemlerinde ziyadesiyle sıkıntı çekerler.
Bediüzzaman Hazretleri, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Kastamonu’da bulunuyordu. Devlet vatandaşın hububatına el koyduğu için, gıda sıkıntısı had safhadaydı. Ekmek karneye bağlanmıştı. Üstüne üstlük, 1940 yıllarda bir “kaht û gala” denilen yokluk, kıtlık, kuraklık hali memleketi baştan başa sarmış durumdaydı.
Bütün bu olumsuzluklara, kahredici kıtlık ve yokluklara rağmen, Hz. Üstad, rızık ve beslenme noktasında hayatından hiç şikâyetçi olmadı. Kimseye el açmadı, yüz suyunu döktürmedi. Maişet derdi sebebiyle hiç âhufizâr etmedi.
Peki, ne yaptı?
Hiç şüphesiz “azam”i iktisad ve bereket” ile yaşadı. Kıt kanaat geçindi. Kut-u lâyemut ile iktifa etti. Hayatında zerre kadar olsun israfa yer vermedi.
Ama, bu demek değildir ki, bu fecî hâllere, geçim derdine sebebiyet veren hükûmetler mâsum ve hatasızdır. O ayrı mesele…
Asıl mesele ise, her hâl ve şart altında “Allah’ın sevmediği israf”tan şiddetle kaçınmak ve Resulullah’ın (asm) sünneti olan “azamî iktisad” ile yaşamaya kendini alıştırmaktır.