Çeyrek asra yakındır ülke yönetiminde bulunan siyasî otorite, 2002 yılı sonlarında demokratik yollardan, yani sandık yoluyla iktidara geldi.
Ne var ki, aynı yoldan gitmeye hiç, ama hiç niyeti yok. Yani, demokratik teamüllere uyarak ve sandıktan çıkana razı olarak gitmeyi hiç düşünmüyor. Nitekim, bu yolla gitmemek için elinden geleni yapıyor. Üstelik, şimdiye kadar bunda başarılı olduğu da söylenebilir. Lâkin, bardak doldu. Hatta taşmak üzere. Dolayısıyla, istese de, istemese de gidecek. Büyük bedeller ödeyerek sahip olduğumuz yüz elli yıllık demokrasiden dönüş olmayacağını kabul etmekten başka kimsenin elinde bir seçenek yoktur.
«
Siyasî otorite, ele geçirmiş olduğu iktidarı başka hiçbir partiye devretmemek için kendince her türlü tedbiri almış ve almaya devam ediyor.
Meselâ: Daha evvelden kendilerine rakip durumdaki partilerin başında bulunan liderleri yakın çevresiyle birlikte kendi safına çekme politikası uyguladı. Bu sayede Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu, Mustafa Destici, Tansu Çiller ve son olarak Meral Akşener’in de aralarında bulunduğu yarım düzine kadar siyasî aktörü dizginlemeyi başardı.
Aynı muameleye razı olmayan rakiplere karşı ise, bir şekilde onları kriminalize etme politikası uygulandı ve uygulanmaya devam ediyor. Bir kısmı zaten hapiste. Geri kalanlarına ise, âdeta suç işlettirilmek suretiyle onlar da hapislik-mahkemelik edilmeye çalışılıyor.
Muhalefeti ve muhalifleri kriminalize etme işinin sadece siyasîlerden ibaret olmadığı açıkça görülüyor. TÜSİAD gibi ekonomi dünyasının en etkili kadroları hedef tahtasına konulduğu gibi, büyük kısmı satın alınmış olan medya sektöründe onuruyla çalışan gazetecilere de yine aynı yöntemlerle boyun eğdirilmeye çalışılıyor. Ha, bizim gibi fikir gazetelerine yıllardır uygulanan cezaî müeyyide ise, resmî ilânları keserek maddeten çökertmeye çalışmak.
«
Gelişmelere farklı açılardan bakarak şunu söyleyebiliriz: Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin siyaseti yeniden dizayn edilmeye çalışılıyor. Bunun için, öncelikle kitlelere hükmetme kabiliyetine sahip görünen aktörler, hukuk dışı metotlarla enterne edilmek isteniyor.
Bir taraftan, bazı zıtlar birbirine yakınlaştırılıp pasifize edilmeye çalışılırken, bazı zıtlar ise, karşı karşıya getirilerek çatıştırılıyor. Tâ ki, onların da kuvveti azalsın.
Bunda başarılı olunursa şayet, siyasî misyon ve ideolojik cereyanlardan hiçbiri dışarıdan yardım almadan ayakta duramaz bir hâle gelecek. Neticede istenen tablo budur. Böyle bir tablo teşkil edildiğinde, sonraki adım olan “yeniden dizayn” işi büyük ölçüde kolaylaşmış olacak.
Türkiye siyasetini yeni baştan dizayn etmede yabancıların menfaati küçümsenmemeli. En başka Kanal İstanbul projesi büyük ölçüde onların inisiyatifinde olacağı yönünde ciddî beklentileri var. Galataport ile birleştirildiğinde, bu iki proje, hem ekonomik, hem stratejik yönden dünya devlerinin iştahını kabartıyor. ABD ve Avrupa ülkelerinin Türkiye’de yaşanan onca antidemokratik gelişmeler karşısındaki tepkilerinin “Dostlar alışverişte görsün” seviyesinde kalmasının en önemli bir sebebi budur. Yani, kendi menfaatlerine öncelik vermeleridir. Tabiî, bir de “İsrail’in güvenliği” meselesi var ki, o apayrı bir inceleme konusu.
«
Uzun yıllardan beri sandık güvenliğinin tam olarak sağlanamadığı, birçok kazanımların da çalıntı, hatta “korsan oylar” sayesinde mümkün olduğunu nazara vermemiz, bazıları için inandırıcı gelmedi, gelmiyor. Ne var ki, ortaya çıkan bazı itirafçılar, hatta kendilerini bile ihbar ederek, bu noktadaki tesbitlerimizi takdik etmiş oluıyorlar.
Temennî edelim ki, milletçe bir buçuk asırdır emek verdiğimiz demokrasimiz bir daha sekteye uğramasın ve daha fazla hasar görmesin. Her türlü menfî niyet ve dayatmalara rağmen, bu meyandaki ümidimizi yine de muhafaza ediyoruz.