16 Nisan 2017’de en başta iki buçuk milyon mühürsüz oy pusulasının yasaya aykırı olarak sayıma eklenip “geçerli” sayılması, devlet imkân ve araçlarının tepe tepe kullanılması olmak üzere hâlâ tartışılan bir yığın katakulliyle muallel referandumla milletin başına musallat edilen “rey-i vahid-i istibdad’ın -‘tek adam yönetimi”nin- sekizinci yılında ülke yönetimi gibi siyaset de tıkanmış.
Zira 9 Temmuz 2018’dan itibaren uygulanmaya konulan, partili Cumhurbaşkanı’nın şahsına hasredilen “yürütme”nin yanısıra “yasama”nın ve “yargı”nın güdümüne verildiği “tek kişilik hükûmet”te demokrasi ve hukuk bütünüyle berhava edilmiş.
En katı “başkanlık sistem”lerinde bile idarenin bütün iş ve işlemlerinin parlamento ve yargı tarafından denetlenmesine, bütçenin Kongrenin onayıyla ancak geçtiği, büyükelçilerin bile Kongrenin komisyonlarının onayıyla atandığı Amerika’dan, idarenin yargının denetimine tâbi tutulduğu Fransa’daki “yarı başkanlık”a karşılık dünyada benzeri olmayan “Türk tipi” ucûbe rejim”de yargının “siyasetin sopası”, “iktidarın aparatı” haline getirilmesiyle haksızlıkların ardı arkası gelmiyor.
Adalet Bakanı sık sık “yargının bağımsız ve tarafsız olup hiçbir merciden tâlimat almadığı”ndan dem vursa da başta hâlen onlarca belediye başkanı olmak üzere muhalefete mensup seçilmiş siyasetçilerin, sivil toplum temsilcilerinin, akademisyenlerin, gazetecilerin sırf düşüncelerini açıklamaktan, “tek adam rejimi”ne eleştirilerinden dolayı “tepeden tâlimat”la tutuklanıp cezâlandırıldıkları herkesçe biliniyor.
İSNADLAR İKTİDARA KAYBETTİRİYOR…
En son iktidar partisi adayına karşı önce 13 bin, ardından 806 bin ve en son bir milyon oy farkıyla seçilen İmamoğlu’na dayatılanlar “otoriter rejim”de ülkenin düşürülmesi bunun bâriz göstergesi.
Yargıtay’ın daha önceki “gizli tanık ifadeleri”ne dayanarak hüküm verilmeyeceği kararına karşı Daire Başkanlarıyla ilgilelerin “çağrılarak” uyarılmaları; “Kaşıkçı cinayeti dosyası”nın katillerine teslimi davasında olduğu iktidardakilerin direktiflerine uymayıp hukukun ve yasanın gereğini yapan yargıçların sürülmesindeki gibi yargının “tâlimatlandırılması”yla tam bir çıkmaza saplanılmış.
Belli ki “önce tutuklayıp sonra delillerini buluruz” emrivakisiyle apar topar operasyonlarda ortaya atılan iddialar milletin vicdanında mâkes bulmamış. Üzerinden haftalar geçmesine rağmen kamuoyunu ikna edecek “deliller” bulunamamış. Hukukçuların tesbitiyle hukukta üzerine hüküm bina edilemeyen çoğu “duymuştum, söylenmişti” dediği “gizli tanık” ifadelerinde savrulan iddiaların içi boş, vatandaşlarca inandırıcı bulunamıyor. “Cumhur ittifakı” seçmenlerinin önemli bir kısmının iddialara kani olmadığı, operasyonların siyasî maksatlı ve haksız olduğuna kani olduğu ortaya çıkıyor.
Topyekûn muhalefetin demokratik işbirliğiyle hukuksuzluklara karşı ortak demokratik tepkisi, “iddialar”ın toplumun geniş kesimlerince inandırıcı bulunmayıp siyasî partileri aşarak geniş halk kesimleri arasına dalga dalga yayılması, iktidar mihraklarında ciddi telâşın baş gösterdiği belirtiliyor.
Bu yüzden bu vetirede başta AKP ile MHP’ye gün geçtikçe oy kaybettiriyor. İktidardakileri büyük bir telâş ve panik sarmış; uğruna güya ağır ekonomik krize karşı iki yıldır biriktirilen on milyarlarca doların hebâ edildiği “siyasî operasyon”dan kara kara nasıl sıyrılacaklarını düşündükleri söyleniyor.
Hatta Saray’dan “kamuoyunu inandıracak deliller buluruz” sözünü veren mercilerin “Hani deliller bulacaktınız!” tepkisiyle azarlandığı, toplum nezdinde inandırıcı bulunmaması üzerine önce “turpun büyüğü heybede” diyen Cumhurbaşkanı’nın ardından partisinin grubunda “firarîler yakalanırken dananın kuyruğu kopacak” çıkışı bundan.
“TURP NEYSE BİR AN ÖNCE BULUN!” TEPKİSİ
Bundandır ki Bahçeli’nin “tanık ifadeleri, sarih ve sahici delillerle birlikte diğer sair bilgi, belge ve bulguların dava dosyasına eksiksiz ilavesi”ni istemesi, hukukçularca “dosyalardaki iddiaların ‘sarih ve sahici’ olmadığı, ‘bilgi, belge ve bulgular’ın eksik olduğu”nun ikrarı olarak okunuyor.
Siyasî yorumcular, “kovuşturma etapları tamamlanmalı, şayet zanlı Ekrem İmamoğlu suçsuzsa beraatı, değilse tecziyesi maşeri vicdana muvafık hâlde mutlaka ve olabilecek en kısa sürede temin edilmeli” çağrısının, delillerin yeterli olmaması olarak yorumlanıyor.
Özetle, dönemin İçişleri Bakanı’nın “İBB’de 557 terörist var!” iddiasını daha sonra “siyaseten söylediği” çarkında, 14-28 Mayıs seçimlerinde “Kandil’deki terörist elebaşlarının ‘millet ittifakı” Cumhurbaşkanı adayını destekledikeri”ne dair itiraflı uyduruk sahte video iftirasında olduğu gibi “çamur at tutmazsa da izi kalır” kastıyla yapılan “isnadlar”, “ithamlar” maşeri vicdanda mâkes bulamadığından, Bahçeli’nin örütlü cümlelerle “dosya boş, içine koyacağınız bir şey bulun ki maşeri vicdana uygun bir karar olsun, bu dosyayla maşeri vicdana uygun karar çıkmaz; o turp neyse bir an önce bulun, bulamıyorsanız da bu hâliyle bu işi çabucak sonuçlandırın” dediği kaydediliyor.
Kısacası, milletin demokratik direnci, iktidardakileri tam bir girdaba sokmuş, çıkış yolunu arıyor.