Mâlum muhalefete mensup belediye başkanları, yardımcıları ve bürokratlarıyla ilgili çoğu aylar sonra hazırlanan iddianâmelerde yer alan ithamlarla peşpeşe yüzlerce kişiye “yolsuzluk”tan “teröre destek”e varan iddialara soruşturmalar açılıyor.
Davet edildiğinde gidip ifadelerini verebilecek vatandaşlar, gece yarısı evlerinde baskınlarla alınıyor; ancak hayati tehlikesi durumunda istisnai olarak başvurulan “gizli tanık”ların “duymuştum, demişlerdi” gibi delilsiz, belgesiz isnadlarıyla muallel hukuksuzluklara, haksızlıklara mâruz bırakılıyorlar. Hukukçuların tesbitiyle, faraza “iddialar” doğru olup sanıklar ceza alsalar bile bir gün bile yatarı olmayan “suçlar” bahanesiyle insanlar sırf muhalif görüşte oldukları için aylarda içeride tutuluyor.
Milletin seçtikleriyle sandıkta yarışmayı göze alamayan iktidardakilerin “tepede tâlimatı”yla milletin seçtikleri görevden alınarak her fırsatta dillerine pelesenk ettikleri “milli irâde”ye gem vuruluyor. Halktan yetki almayan “atanmışlar”ın “kayyım” olarak tayiniyle millet irâdesine “resmen” kıyılıyor. Sırf siyasi rakiplerini itibarsız kılıp yasa dışı yollarla devre dışı bıraktırma maksatlı algı operasyonlarıyla, çifte standartlarla âdeta hukuka kastediliyor.
Ne var ki muhalefet belediyelerine ilişkin dosyalar tek tek soruşturulurken, başta İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri olmak üzere önemli bir kısmı el değiştiren belediyelerin AKP dönemine ait “yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, kamu malını yandaşlara peşkeş, ihaleye fesad karıştırma” iddialara dair hazırlanıp savcılıklara gönderilen veya Bakanlıkça el konulan yüzlerce dosyadan bir tekinin dahi soruşturulmaması dikkat çekici.
Bundandır ki muhalefete ve iktidara farklı hukuk uygulandığını belirten Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın “Ak Parti dönemine ait usulsüzlükler için yapılan suç duyurularıyla ilgili hiçbir işlem yapılmazken, sadece muhalefet belediyelerinin üzerine giderseniz bu adâletsizlik ve çifte standart olur; suç herkes için suçtur. Yolsuzluklar soruşturulacaksa Ak Partili belediyeler de sorgulanmalı. ‘Ali’ye suç , Veli’ye suç değil’ olmaz” değerlendirmesi fevkalade önemli.
Neticede, dönemin Başbakanı olarak “siyasî ahlâk yasası”nı çıkarma girişimine Cumhurbaşkanı’nın “Bu yasa çıkarsa ilçe başkanlığı yapacak adam bulamayız!” engeliyle karşılaşan Gelecek Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun “Yerel yönetimlerde bir milli irade oluştu. Bu milli irâdeye de saygı duyulmalı. Milli irâde beni seçtiğinde saygı duyarım, başkasını seçtiğinde kuşku duyarım dediğinizde milli irâdeyi yok edersiniz!” ikazı gerçeği ortaya koyuyor.
Ve bütün bunlar, Bediüzzaman’ın “Adaletin tevziinde adâlet olmazsa zulüm görünür”, “adliye memurları, hissiyattan ve tesirât-ı hâriciyeden bütün bütün âzâde (bağımsız) ve serbest olmazsa, sûreten adâlet içinde müthiş günâhlara girmek ihtimali var” hakikatini bir defa daha teyid ediyor. (Münâzarât,325; Tarihçe-i Hayat, 202)
VAZİYET
“Tâlimatlı ‘28 Şubat hukuku” gibi
Adalet Bakanı her fırsatta “Türkiye bir hukuk devletidir, yargı bağımsız ve tarafsızdır, kimse yargıya emir veremez!” dese de, Türkiye’nin “hukukun üstünlüğü” endeksinde 117. sırada Angola kategorisine düştüğü vartada darbe dönemleri hukuksuzluğunun hükümferma olduğu ortada.
Bizzat Cumhurbaşkanı’nın defalarca “yargıyı tâlimatlandırdık, gereğini yapacak” çıkışları, AKP’li Adalet eski bakanlarıyla yüksek yargı temsilcilerinin yakınmaları “yargının tâlimatlandırıldığı”nın tescilli.
Bu açıdan TBMM Yeni Yol Grubu toplantısında konuşan Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan’ın zirve yapan kutuplaşmada Türkiye’nin siyasi tarihinde 60 ihtilâlinden 71 muhtırasına, 80 darbesinden 28 Şubat’a ve 15 Temmuz Hâdisesine, darbelere, cuntalara, muhtıralara, acı tecrübelere ve travmatik sonuçlara işâret edip ülkeyi korku diline mahkûm etmede, kutuplaşmaya itmede ‘partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’nin toplumda oluşturduğu deprem etkisi”nden şikâyeti, “tek adam rejimi”nin demokrasiyi ve hukuku tahribin açık ifâdesi.
Yine iktidarın “19 Mart süreci”nden bu yana dayattıklarının 28 Şubat ve 27 Nisan e-muhtıra süreçleri ile aynı olduğuna, tutuklanan gençlerin gösteri, yürüyüş ve protesto haklarının ellerinden alındığına dikkat çeken DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın “Karşımızda artık vesâyetini ilân etmiş, millet ile bağını koparmış iktidarın tâlimatı ile hareket eden savcılar, ‘28 Şubatçılar’ın tâlimatı ile hareket eden savcılardan farklı değildir” sözleri “tâlimatlı 28 Şubat hukuku”nu ifşa ediyor.
İBRET
“Reis içeriden de vuruldu!”
İlginç olan, İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla pik yapan haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı iktidar partisinin suskunluğunun yine iktidara yakın isimlerce dile getirilmesi. Ve bunun “Cumhurbaşkanı’na kurulmuş bir ‘komplo” olduğunun ileri sürülmesi.
AKP eski milletvekili Mehmet Metiner’in “Gezi sürecinde, 17-25 Aralık’ta hiç kimse çıkıp konuşmadı, Reis kendisine alenen destek veren bir kaç kişinin dışında yalnızdı. İçimizdeki muhalefet daha kıyıcıydı. 15 Temmuz’da onlar meydanlarda yoktu, 16 Temmuz’un mücahitleri olarak zuhur ettiler. Ama hep bir yolunu bulup itibarlı katlarda oldular” tweeti bunun tepkisi. (gazeteler, 29.3.25)
Ve “Derin bir sessizlik çölündeyiz. En itibarlı katlardaki çokların bir tek paylaşımı bile yok” hayıflanmasıyla “Reis sadece yalnız bırakılmadı, içeriden de vuruldu” serzenişi yeniden kayıtlara geçiyor.
İbret-i âlem olarak…