Bütün kamuoyu araştırmalarında “rey-i vahidi-i istibdat” denilen “tek kişilik otoriter rejim”e karşı “demokratik parlamenter sistemi” esas alan demokratik muhalefetin muhtemel Cumhurbaşkanı adayının açık farkla seçileceği vakıasına karşı muallel operasyonlar dayatılıyor.
Ancak en vahimi, on üç yıl önce bizzat Dolmabahçe Camii müezzininin ikrarıyla açık bir iftira olduğu ortaya çıkan “Camide içki içildi!” uydurmalarına benzer, yüz binlerin haksız ve hukuksuz uygulamaları protesto amacıyla günlerce toplandıkları Saraçhane meydanında polisin yoğun biber gazlı-coplu müdahalesinden kaçanların bitişik “Şehzadebaşı Camii Haziresindeki iki mezar taşına zarar verdikleri” iddiasıyla dinî hassasiyetlerin tahrikine tevessül edilmesi...
Anayasanın ve hukukun verdiği hakla millet iradesinin hakkını ve hukukunu savunmak için toplanan vatandaşların izdihamdan camiye sığınmalarını partili Cumhurbaşkanı’nın partisinin grubunda “Mezarlar yerle bir edilmiştir” söylemiyle ateşin üzerine âdeta benzin dökülmesi, dinî değerlerin siyasette su-i istimali açık bir provokasyon tertibinin sergilenmesi...
“DİN DIŞI” HATTA “DİNSİZ” GÖSTERME BÜHTANIYLA!
Birçok belediyenin yaptığı gibi İstanbul’da da baştan beri bilhassa camilerin temizliği ve bakımıyla ilgili hizmetler yapan, tarihî eserleri ihya eden İBB Miras ekiplerinin 2021’de ilgili vakıflar arasında tarihî hazirelerin restorasyon çalışmalarına dair “protokol”ün iptaline rağmen, esasen zamanla kısmî kırıklar ve kopmalar olan Şehzadebaşı Haziresi ve çevresindeki duvarlarda kapsamlı restorasyon çalışması, bile bile “Cami haziresi tahrip edildi” kışkırtmasını boşa çıkarırken, “din nâmına siyaset”in mübârek Ramazanda dinî siyasete âlet etme vahametinin son ifşası oluyor.
Bu durum, 14-28 Mayıs 2023 seçimleri öncesinde katıldığı Saadet Partisi iftarında farkına varmadan yere serili halı üzerinde kalmış aynı desendeki bir seccadeye sehven basan “millet ittifakı” Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun “Samimi olarak çok üzgünüm, çok kalabalıktı, fotoğraf çektirmek isteyenler vardı, yerdeki seccadeyi görmedim, ben ve ailem asla ve asla hiçbir kutsala saygısızlık etmeyiz, böyle iftiralardan samimi Müslümanlara sığınıyorum” sözleriyle defalarca özür dilemesine karşılık, seçim kampanyasında meydanlarda yuhalatılıp, binlerce “maaşlı troller”ce vicdansızca saptırmalarla, algı operasyonlarıyla serişte edilmesini hatırlatıyor. Ya da dönemin AKP’li Adalet Bakanı’nın “14 Mayıs akşamı ya şampanya patlatıp kutlayanlar olacak ya da temiz alnını şükür için secdeye koyup Rabbine hamdedenler olacak” çıkışıyla “millet ittifakı”na oy veren milyonları peşinen “şampanya patlatmak’la suçlama” skandalına benziyor. Anlaşılan, ekonomik yıkım iflasında halka söyleyeceği sözü kalmayan “inhisarcı siyaset”, yeniden dinî değerleri hoyratça istismar girdabında. Dinî ve mukaddesleri tekeline alıp siyasî rakiplerini “din dışı” hatta “dinsiz” gösterme bühtanıyla politik rant elde etme vahameti tekrarlanıyor. Siyasî muhaliflerini pervâsızca “din karşıtlığı”yla itham eden ve göz göre göre “dine aleyhtarlığa” sevk eden kutuplaştırıcı “nefret söylemleri”yle aslında en evvel dinî değerler tahrip ediliyor.
“İŞTE BU ZULÜMDÜR!”
Gerçek şu ki AKP iktidarında dinî değerler siyasetin odağına taşınarak, siyasetçilik tarafgirliğiyle ortak mukaddes değerler politik hesaplara kurban edildi. “Kimlik siyaseti”yle din ve mukaddesler siyasî hesaplarla tepe tepe kullanıldı. Siyaset uğruna kamplaştırma komplolarıyla milletin birliği ve bütünlüğü tahrip edildi. Fevkalâde tehlikeli sakîm zihniyetle parti binaları hâline getirilen camilerde seçim kampanyaları yürütüldü. Cami avlularında seçim propagandaları siyasî şova dönüştürüldü, cami hoparlörlerinden iktidar adaylarının propagandası yapıldı.
Görünen o ki son safhada da her fırsatta dini ve mukaddesleri siyasette su-i istimal eden siyasî iktidar, “dini dahilde menfî tarzda istimal”le, ayyuka çıkan yolsuzlukları, yandaşlara kamu ihalelerinin peşkeş çekilmesini, ihaleye fesad karıştırılmasını, milletin malının talân edilmesini karartma peşinde; bunun için çırpınıyor.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle, din üzerinden politik polemiklerle en çok dine zarar veriliyor; vatandaşları birbirine “düşmanlaştıran” fitneler alevlendiriliyor. “İttifak ve ittihadın temel taşı” olan vatandaşlık muhabbet ve uhuvveti (millî sevgi ve kardeşlik) zir-u zeber (yerle bir) ediliyor. (Emirdağ Lâhikası, s. 393.)
Yine “umumun mâl-ı mukaddesi [ortak kudsî değeri] olan dini, inhisar [tekeline alma] zihniyetiyle kendi meslektaşlarına [partililerine] daha ziyade has göstermek”le “dinin dahilde (vatandaşlar arasında) menfî istimali”den şiddetle sakındıran Bediüzzaman’ın ikazıyla “Şeytan birisine yardım etse; ‘melek’ der, rahmet okutur; ötekinde melek görse; ‘libasını değiştirmiş’ der, lânet eder[...] işte bu zulümdür…” hakikatiyle sırf politik rant uğruna din siyasette istismar edilerek büyük bir vebâle giriliyor. (Sünuhat, s. 65-69.)