Çorum’dan Süleyman Alıç: “Üstad Hazretleri, “Konuşan Yalnız Hakikattir” dersinde, füyuzat hislerini feda etmekten bahsediyor. Bu ne demektir?”
Feragatin Ölçüsü
Bediüzzaman’ın bu dersi beni sarsıyor, beni titretiyor.
Ali Ulvi Kurucu merhum, Tarihçe-i Hayat’ın başına konan önsözünde, Allame Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’den şöyle bir söz naklediyor:
"İslam, bugün öyle mücahidler ister ki, dünyasını değil, ahiretini dahi feda etmeye hazır olacak."
Kurucu merhum, cümlesine şöyle devam ediyor:
“Vaktaki aynı sözü Bediüzzaman’ın ateşler saçan heyecanlı ifadelerinde de okuyunca, anladım ki, büyüklere göre feragatin ölçüsü de büyüyor. Evet, İslam için bu kadar acıklı bir feragate katlanmaya razı olan mücahitleri, Erhamürrahimîn olan Allah-ı Zülkerîm Teala ve Tekaddes Hazretleri bırakır mı? O fedai kulunu lütuf ve kereminden, inayet ve merhametinden mahrum etmek şanına-haşa-yakışır mı?”1
Bu bir feragat ölçüsüdür. Allah katında dünyasını feda etmek şehitliktir. Harpte bir asker, düşman kurşunlarına hedef olacağını bilse bile, gözünü kırpmadan vazifesine devam eder, vazifesini yapar ve nihayet şehit olur. Dünyayı şerefiyle terk eder.
Bu Nasıl Bir Fedakârlıktır?
Peki ahiretini feda etmek ne demektir? Nasıl bir fedakârlıktır? Nasıl bir gözü karalıktır? Nasıl bir vefadır? Nasıl bir sadakattir? Nasıl bir kulluktur? Ve Allah’a nasıl bir intisaptır? Nasıl bir bağlılıktır? Nasıl bir yardan ve serden geçiştir? Nasıl bir dünyadan ve ahretten geçiştir?
Bunu tavsif etmeye, buna “derece” vermeye beşer kudreti yeter mi?
Dünyasını feda eden ve şehit olanlar, hiç ölmemiş gibi, ölüm acısı duymadan, ölüm köprüsünden neredeyse geçmeden, alem-i berzahta hayatlarına -kaldığı yerden- devam ederler. Onların ölmediğini Kur’ân müjdeliyor:
“Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”2
Ya ahiretini feda edenler?
Allah’ım bu nasıl fedakarlıktır? Bu nasıl bir feragattir? Bu nasıl bir davadır?
Ehl- Beyt işte bu denli bir feragatle İslam’ı temsil ve tebliğ etmiştir yüz yıllar boyunca. Bediüzzaman da onlardan birisi olarak, ahir zamanda vazifesini icra etmiştir.
Konuşan Yalnız Hakikattır
Bediüzzaman der ki: “Said yoktur, Said'in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattır, hakikat-ı imaniyedir. Madem ki, nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said feda olsun. Yirmisekiz sene çektiğim eza ve cefalar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara hakkımı helâl ettim.
“Herkes gibi gayet meşru ve zararsız olan bir yol tutarak şahsımı düşünseydim, maddî manevî füyuzat hislerimi feda etmeseydim, iman hizmetinde bu büyük ve manevî kudreti kaybedecektim. Ben maddî ve manevî her şeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-ı imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüzbinlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti.”3
Bu öyle yüksek bir feragattir ki, Nurculuk o feragati temsil ediyor. Ve o yüksek feragatle hizmet başındadır.
Neticeyi düşünmeden, ahireti düşünmeden, Cenneti düşünmeden… Doğrudan Allah’ın rızasını esas maksat yaparak… Her musibete katlanarak iman davasını dünyanın başına geçirmiştir.
Dipnotlar:
1 Tarihçe-i Hayat, s. 14
2 Bakara Suresi:154
3 Emirdağ Lahikası, s. 318