Ortadoğu eksenli son senaryolar, Bediüzzaman’ın “Osmanlı’nın en çalkantılı döneminden Cumhuriyet dönemine tartışılan “adem-i merkeziyet, muhtariyet, özerklik” tartışmalarına dair önemli tesbitlerini sözkonusu ediyor.
Ecnebî kaynaklı ifsadların, Şarkî Anadolu’daki “iftirak (ayrılıkçı) projeleri”nin arka planındaki komployu nazara veren Bediüzzaman, bu desisenin Kürtleri bir “millet-i tâbie (sömürge altında uydu kavim)” yapıp ecnebîlerin uydusu hâline getirmek olduğunu bildirir.
Bu sebeple Kürt Şerif Paşa ile Ermeni Boğos Nubar Paşa’nın 20 Aralık 1920’de Paris’te Osmanlı’ya karşı ecnebîlerin uhdesinde Osmanlı’dan koparılacak “Kürdistan” ve “Ermenistan” devletlerinin kurulmasına dair “muhtıra”ya şiddetle karşı çıkar. 7 Mart 1920 tarihli ve 8273 sayılı İkdam Gazetesine “Kürt efkâr-ı umûmiyesi” adına “Kürdler ve Osmanlılık” başlıklı bir tavzih gönderir; kargaşa içinde Kürtlerin ırkî emellere, tefrika fitnesine âlet edilmesini önlemeye çalışır.
“Dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslâmiyenin [İslâm birliğinin] fedakâr ve cesur hizmetkâr ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî geleneklerine sadâkati hayatlarının gâyesi bilmiş olan Kürtlerin, henüz beş yüz bine yakın şehitlerinin kanı kurumadan; şişlere geçirilen yetimlerinin ve gözleri oyulan ihtiyarlarının hâtıralarını teessürle [keder ve üzüntüyle] anarken, İslâmiyetin zararına olarak tarihî ve hayatî düşmanlarıyla anlaşma yapmak suretiyle, dine olan sıkı bağlılıklarının hilâfına [zıddına] ayrılıkçı emeller tâkip edemezler” diye mâlum “muhtıra”yı şiddetle reddeder.
Ve Kürtlerin millî vicdanlarına aykırı davranan kişileri tanımayacaklarını ilân ettiklerini, yegâne emellerinin dinî ve millî birlik ve bütünlüğün muhâfazası olduğunu belirtir. (ESDE, s. 105-109)
“KÜRDİSTAN’A VERİLECEK MUHTARİYETTEN BAHSEDİLİYOR…”
Peşinden 17 Mart 1920’de 461 sayılı Sebilürreşâd’da yazdığı “Kürdler ve İslâmiyet” başlıklı makalede de bu “muhtıra”nın menhus maksadına dikkat çeker. Bu anlaşmaya en susturucu ve beliğ cevabı, Şark vilâyetlerindeki Kürt aşiret liderlerinin çektiği protesto telgraflarının verdiğini belirterek, “Kürtler İslâm câmiasından ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler, Kürtlük nâmına söz söylemeye selâhiyettar [yetkili] olmayan beş-on kişiden ibârettir” der. (Age., s. 107-110)
Bu anlaşmayı hazırlayan ve Şerif Paşaya imzalattıran fanatik Ermenilerin maksadının Kürtleri aldatmaktan başka bir şey olmadığını, güdülen hedefin Kürtleri bir “millet-i tâbia (uydu kavim)” hâline getirmek olduğunu ve aklı başında hiçbir Kürdün buna taraftar olamayacağını ifade eder. “Kürtlük dâvâsı pek mânâsız bir iddiadır; çünkü herşeyden evvel Müslümandırlar” diye Müslüman Kürtlerin ırkçı tahriklere gelip anlamsız iddia ve ütopyaların peşinde koşmaması gerektiğini ikaz eder.
Aslında Bediüzzaman’ın daha o zamandan “Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor. Kürtler ecnebî himâyesinde bir muhtariyeti kabul etmektense ölümü tercih ederler” ifâdesi, günümüzde “özerklik” denilen “muhtariyet”in maksadının Kürtleri ecnebî güdümü ve yönetimi altına sokmak olduğunu bir asır önceki tesbitidir.
Yine aynı dönemde Osmanlının çözülüşüne çözümler aranırken, Osmanlıda hürriyet hareketlerinin yayıldığı dönemde istibdattan (antidemokratik tepeden inmeci baskıcı yönetimden) kurtuluş çâresi olarak ortaya atılan Prens Sabahaddin Beyin “adem-i merkeziyet”in ayrılığa ve bölünüp parçalanmaya sebebiyet vereceği “özerklik” ve “federasyon” ikazının da anlamı budur.
Bediüzzaman’ın tesbitiyle “adem-i merkeziyet, Almanya gibi gelişmişlik seviyesi yükselmiş, iktisadî ve sosyal dengesi sağlanmış medenî toplumlarda herhangi bir mahzuru olmayabilir; ancak Osmanlıda idarî hüviyette kalmayacağını, ecnebîlerin parmak karıştırmalarıyla “tavâif-i mülûk (küçücük devletçiklere bölünme) tefrikasını tetikleyip azdırır. Hak ve hürriyetlerin gelişmesinde “büyük hayır” olan demokrasi ve hürriyetin zıddına milletin umumî - millî menfaatini ve büyük maslahatı hiçe indirir, vatandaşların birlik ve bütünlük bağlarını kopartır.
ÇARE, DEMOKRATİK HÜRRİYETÇİ “USÛL-Ü MERKEZİYE”DE…
Özetle Bediüzzaman’ın beyânıyla “adem-i merkeziyet”, “ayrılık marazı”nı telkinle tefrikayı tahriktir, “özerklik” maskesiyle “ırkların şiddetli ihtilaf, kavga ve geçimsizliğini” kışkırtma, ecnebî parmağının karıştırmasına zemin hazırlamak, ecnebîlerin kışkırtmalarına teşne olmaktır. (ESDE, s. 109.)
Hayatının başından sonuna kadar her vesileyle gazetelere yazdığı makalelerden Şark’ta aşiretlere verdiği “Meşrutiyet ve hürriyet dersleri”ne, İstanbul’daki hitap ve nutuklarından mahkeme müdafaalarından telif ettiği risalelere ve lâhika mektuplarına kadar bütün beyanlarında ve yazılarında vatanın ve milletin birliğini esas alan Bediüzzaman, “demokrasinin yaygınlaşması ve yerelleşmesinin, idarî anlamda yerinde yönetimin, unsurlara mahsus lisân ve millî âdetlerinin gelişmesinin, ancak mükemmel bir demokratik cumhuriyetle olabileceğini” açıklar. Milletin maddî-manevî kalkınmasının, demokrasi ve hürriyetlerin gelişmesinin “adem-i merkeziyet”le sağlanamayacağını nazarlara verir.
Bunun içindir ki “Kürtlerin serbesti-i inkişâfı” dediği maddî ve mânevî kalkınmasının yollarının açılmasıyla demokrasi ve özgürlüklerin geliştirilmesinin adresinin o gün “Meclis-i Mebusan-ı Osmaniye” dediği millet irâdesinin temsilcisi Meclis’te olduğunu ifade eden Bediüzzaman, “adem-i merkeziyet”e mukabil, “hayat ittihattadır” temel tesbitiyle maddî ve mânevî dengeli kalkınmanın “usûl-ü merkeziye” dediği demokratik ve hürriyetçi “merkezî sistem” bütünlüğünü esas alır. (Age., s. 183-184)