İmandır hayatın özü ve ruhu,
Ruhsuz beden yıkık bir hâne olur.
İmandır insanın aklı ve nûru,
Akılsız baş deli, divâne olur.
İnsanlığın en büyük sıkıntısı, derdi ve tasası, kendini tanımamaktan gelmektedir. Zaten insan kendini bilse, mahiyetinin farkında olsa, nereden gelip nereye gittiğini anlasa, vazifesinin bilincinde olsa ve buna göre yaşasa, dünya huzur içinde, insanlar da sürur içinde olurdu. Ne kalp kırılır, istibdat olur, ne de kan dökülürdü.
Çok muhteşem ve müzeyyen bir sarayın, karanlıkta haşmetini ve ziynetini görmek mümkün olmadığı gibi, insanın kalbinde imanın nuru olmazsa, kendi mânasını ve mahiyetini de görmesi ve anlaması mümkün değildir. Onun için felsefeciler insanı tarif ederken, “insan düşünen bir hayvandır, insan konuşan bir hayvandır” gibi ifadelerle insanı tanımlamaya çalışmışlardır. Demek ki insanın kalbinde imanın ışığı olmayınca, kendini bilemiyor, mahiyetini göremiyor, ancak hayvanlarla kıyaslayabiliyor.
İman ise, “insanı insan eder, belki de sultan eder”. İçindeki muhteşem ziynetleri, harika cihazları, hikmetli halleri imanın nuru ile okutturur. Mahiyetini ve mânasını öğretir. O zaman insan, basit bir hayvan olarak değil, “eşref-i mahlûkat “olarak yaratıldığını anlar. Arzın halifesi olduğunu, her şeyin insana hizmet ettiğini idrak eder.
İnsan, çok hikmetli ve sanatlı bir vücut olarak yaratıldığı gibi, akıl, fikir, vicdan, merhamet, şefkat ve adalet gibi ulvi duygularla da donatılmıştır. İnsan fıtratı, hep iyiliklerden ve güzelliklerden yanadır. Vicdan, daima doğrudan yana tavır alır. Haksızlığı, zulmü ve istibdatı kabul etmez. Fakat bütün bu meziyetler ve faziletler, ancak imanın nuru ile ortaya çıkar, kendisini gösterir. Yoksa, bütün güzellikler ve faziletler gizlenir, o zaman insan vahşi bir canavar haline gelir, bugün dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi kan ve gözyaşı dökülmesine sebep olur.
Dünyanın karanlık yüzünü aydınlatmak, kan dökülmesini önlemek, zulüm ve haksızlığı ortadan kaldırmak için çareler arayanlar, durmadan yeni sistem ve metotlar deneyenler, insanın içindeki cevheri keşfetmeden bu meselelere çözüm bulamayacaklardır. Bir şeyin mahiyeti bilinmezse, ondan istifade etmek mümkün olmaz. İnsan önce kendini tanıyacak, “ kimsin, nereden geldin, nereye gidiyorsun” gibi suallerin cevabını bulacak, ondan sonra mutlu ve huzurlu bir hayatın yollarını keşfedecektir.
İnsan kendisini ancak imanın nuru ile tanıyabilir. Bunun için de Bediüzzaman Hazretleri, “Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.” 1 diyerek, insanın önce kendisini tanıması gerektiğini ifade ediyor. Bunun için de kalpte imanın nuruna ihtiyaç vardır.
Peki, imansız ve ateist insanlar insan değiller mi diye bir sual akla gelebilir. Evet, onlar da insandır. İnsanlar arasında makamları, mevkileri, itibarları olabilir. Ama, Allah katında hiçbir değerleri yoktur. Allah’ı Rab ve Mâbud olarak bilmeyen, O’na secde edip, verdiği nimetlere karşı şükür ve duâ etmeyen bir insana, Allah da rıza nazarıyla bakmaz. Ona hiçbir değer vermez. Ancak Allah’a iman edip ibadet edenlerin kıymetli insanlar olduğunu, kalbinde imanı ve duâsı olmayanların ise, hiçbir ehemmiyeti olmadığını Cenâb-ı Hak şu Âyet-i Kerime ile ifade ediyor: “De ki: Eğer duânız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?”2
İman olmayan kalpten de duâ yükselmeyeceği için, öyle insanların Allah katında hiçbir değerleri olmayacaktır. Demek ki, insanı insan eden imanı, ibadeti ve duâsıdır.
Dipnotlar:
1- Sözler, 33. Söz; 2- Furkan Suresi: 77