Mustafa, 1979 yılının Mart ayı başında İç Anadolu’nun küçük bir kasabasına öğretmen olarak atandı. Yola çıkmadan önce yanına tanıdıklardan birkaç adres aldı.
Kasabaya vardığında adreslerden biri esnaf Necmi’nin dükkânı idi. Necmi, orta yaşta, uzun yıllar esnaflık yapan biri idi. Ataları yıllar önce kasabaya gelip yerleşmiş ama o geldikleri topraklara hiç gitmemişti. Fırsatını bulduğunda Doğu Anadolu’nun soğuk ve yüksek dağ eteklerindeki köyünü ziyarete gideceğini söylerdi.
Mustafa, yeni görevine başladıktan bir gün sonra Necmi’nin dükkânına gitti. Bir müddet sohbet ettiler. Necmi gençliğinde Risale-i Nurlarla tanışmıştı. Risale-i Nura olan bağlılığından dükkânının üst katını döşedi ve oturulacak duruma getirince medrese yaptı. Ders olacağı akşamlar kasabayı dolaştı ve tanıdık dostları derse davet etti. Bazı akşamlar ders öncesi misafirlerine yemek ikram etti. Her dersten sonra çay, ardından meyve ikramını hiç aksatmadı. Hesapta olmayan misafirler gelince evde pişen yemeklerden getirerek ikramda bulundu.
Mustafa öğretmen dört yıl kaldığı kasabada Risale-i Nur derslerine sürekli devam etti. Kasabalı yıllarca Necmi’nin hatır için derslere geldi ama Risale-i Nur talebesi denilebilecek kimse olmadı. Tüm çabalara rağmen Necmi her akşamki dersten sonra bunların içinden biri Risale-i Nur talebesi olacak diye hep bir ümit besledi. Necmi, Risale-i Nurun küçük kitapçıklarını dükkânın vitrinine koyarak halkın dikkatini çekmeye çalışır, belki biri okur diye bekledi. Bazen de müşterilerine birkaç satır da olsa Risalelerden pasajlar okuyarak ümidini korurdu.
Bir gün lise ikinci sınıfta okuyan genç biri dükkânın vitrinindeki Risaleleri görünce içeri girdi ve vitrindeki kitaplardan birini okuduğunu söyledi. Necmi hemen ayağa kalktı. Yıllardır beklediği kişi gelmiş gibi ona kitaplardan birini hediye etti ve “Bizim yukarda yerimiz var, derse beklerim” dedi. Genç, kitabı aldı ve ayrıldı. Bir sonraki akşam derse geldi.
Aradan bir ay geçmişti. Bu defa genç beraberinde atmışlı yaşlarda biriyle dükkâna geldi. Genç: “Necmi Ağabey, bu babam” dedi. Necmi, çekinir bir ifadeyle “Bir problem mi var?” dedi. Genç, “Necmi Ağabey, kitabı eve götürdüğümde babam da kitabı okudu ve çok beğendi. Başka kitap var mı?” dedi. Necmi yıllardır ilk defa birisinin Risale-i Nur istediğini, okuyacağını ve sahip çıkacağını düşününce içini sevinç ve ümit kapladı. Fiilî ve kavlî duasına cevap verildiğini düşünerek bir süre hiç konuşmadan içinden tekrar tekrar “Şükür ya Rabbi!” dedi. O gün Necmi, sevincini fazla belli etmedi ama gözlerinde öyle bir hayat ışığı saçtı ki Cennetî bir hayat yaşıyor gibi hissetti. O gün gençle babası birkaç kitap daha alıp gittiler.
Aradan altı ay gibi bir zaman geçmişti. Gencin babası emekli Salih Hoca dükkâna geldi. Hemen ardından Mustafa öğretmen de geldi. Rahat konuşmak için üst kattaki medreseye çıktılar ve Risale-i Nur hakkında konuşmaya başladılar. Salih Hoca çantasından “Sözler” kitabını ve kalın bir de defter çıkardı.
Salih Hoca, öğretmenliğe başladığı ilk yıllardan itibaren kitaplara ilgisi vardı. Aynı zamanda büyük bir de kitaplığı vardı. Sürekli yeni çıkan kitapları takip eder, kendini geliştirirdi. Ne zaman ki Risale-i Nurları okudu işte o günden sonra tüm zamanını Risale-i Nur kitaplarını okumaya verdi.
Sözler isimli kitabı bitirince akıl ve kalbi “aradığımı buldum!” dedi. Huzurla diğer Risale-i Nur kitaplarını okumaya başladı. Eskiden okuduğu binlerce kitap onun Risaleleri daha iyi anlamasını sağladı.
Salih Hoca altı ay boyunca okuduğu her Risalenin kelimelerini lügatten çıkararak defterine yazdı. Koca defteri kısa sürede doldu. Risale okumalarına hız verirken dostlarına “Emekli olmuşum ama ben daha yeni atanmış bir öğretmen gibi risaleleri canla başla okuyorum” derdi.
Günler birbirini kovalarken Salih Hoca vakit sıkıntısı çekmeye başladı ve “Bana 24 saat yetmiyor ” dedi. Salih Hoca haftanın bazı günleri medresede Mustafa öğretmenle münazaralı dersler yapmaya başladı. Okunan her satır Risaleyi ömründe ilk defa duymuş gibi heyecanla dinlerdi. Bir yılı dolmadan tüm külliyatı lügat ile okudu ve kelimeleri anlayacak şekilde defterine yazdı. Böylece kısa sürede Risale-i Nurdaki kelimeleri çözdü ve derinlemesine anlayarak okudu.
Necmi, Salih Hocayı her gördüğünde “Hocam on yıla yakındır medreseyi açtım ve bir Nur Talebesi bekledim kısmet bu güneymiş” diyerek içinden “Binlerce şükür ya Rabbi!” dedi. Necmi gece sohbetlerinde; “Sayı olarak çok olmak önemli değil. Kalite her şeyden önemlidir. Bunu Risale-i Nur hizmetinde gördüm. Bizim gözümüzde Salih Hoca yüz kişi kıymetindedir” derdi.