Belediye başkanlarına, sivil toplum temsilcilerine, siyasetçilere, gazetecilere gözaltı ve tutuklama furyasına bayram üzeri temel hak ve hürriyetlerin başında gelen gösteri hakkını kullanan üç yüzü aşkın üniversite öğrencisinin eklenmesi, vatandaşların haksızlıklara ve hukuksuzluklara direnme hakkı olan “boykot”un “suç” sayılması milletin vicdanında mâkes bulmadı.
Oysa Türkiye’yi gıda enflasyonunda dünyada “birinci” duruma düşüren ekonomik çöküşte pahalılığı esnafa fatura eden Cumhurbaşkanı, daha 6 Ocak’ta “satın almama hakkımızı kullanalım, bu açgözlüleri terbiye edelim, pahalılığa karşı en önemli silâhımız boykottur” çıkışıyla vatandaşları ürünleri pahalı satan firmalardan alış-veriş yapmamaya çağırmıştı.
Keza Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı “pahalı ürün satanları dize getirecek etkili yöntemlerden biri boykottur, fırsatçılık yapanlara karşı en büyük kozumuz, satın almama özgürlüğünü kullanmaktır” paylaşımında bulunmuştu. Dönemin AKP’li Başbakanı ve bazı iktidar partisi milletvekilleri, “Boykot insanların tercihi, kimsenin ‘niye boykot yapıyorsun’ diye mahalle baskısı yapmaya hakkı yok” derken, “havuz medyası”nda “fahiş fiyatları boykot edin!” manşetleri atılmıştı.
Bu bakımdan, “tepeden talimat”la bazı bakanların “boykot çağrısı” yapanları “azgın azınlık” olarak ithamları, boykotu “darbe” olarak karalamaları; bir Saray Başdanışmanı’nın daha da ileri giderek “emperyalistlerin oyunu olan boykotun hedefi kaos çıkarmaktır” isnadı ikiyüzlü politikayı tescilliyor.
DEMOKRATİK TEPKİLERİ KRİMİNALİZE ETMEYE ÇALIŞMAK!
Çarpık olan, iktidara geldiği günde AKP Genel Başkanı’nın “3y” diye kamuoyuna deklare ettiği “yasaklarla, yoksullukla, yolsuzlukla mücadele” taahhüdünün unutulması; “yoksulluk”tan/pahalılıktan bir tweetle şikâyet eden, “yasaklar”dan yakınan on binlerce vatandaşın “Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten soruşturmalarla derdest edilip içeri atılmaları.
Ancak en çarpığı da, iktidardakilerle “iktidara iliştirilmiş yandaş medya yorumcuları”nın, boykotun “emperyalistlerle işbirliğiyle iktidarı devirmek amaçlı olduğu” iftirasını atmaları. Boykotu iktidardakiler yapınca “meşru”, vatandaşlar yapınca “hıyanet” diye kara propaganda etmeleri.
Anayasanın 25., 27. ve 34. maddelerinde özetlenen “herkesin düşünce ve kanaat hürriyetiyle düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma; önceden izin almadan, silâhsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğu” hükmünü hiçe saymaları. Demokratik tepkileri kriminalize etmeleri.
Özetle geniş kitlelerin demokratik “hakkı”nı kullanmasına mukabil “iktidar cephesi”nin hukuku tahrip eden baskılara tevessülü “Saray rejimi”nin çifte standartlı yaman çelişkili siyasetini bir defa daha ifşa etti, ediyor.
O denli ki yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, ihaleye fesad karıştırma ve yandaş şirketleri kayırma gibi icraatların sıradanlaştığı “yağma düzeni”nde milletin sürüklendiği sefalete karşı vatandaşların hukukun belirlediği temel hak ve hürriyetleri konusundaki arayışlarına Cumhurbaşkanı’nın bir zamanlar “yüzde 50’yi zor tutuyorum” çıkışındaki gibi “sokaklara karşı bazı gruplar çıkabilir!” tehditleri savruluyor.
HAKKI VE HUKUKU TEPTİKÇE BATIYOR…
Görünen o ki medyanın kahir ekseriyetini güdümüne alan, devlet imkân ve araçlarını tepe tepe suiistimal eden Saray iktidarı, sadece seçimlere hurda ve hile karıştırmakla; “tek adam rejimi” referandumunda iki buçuk milyon mühürsüz, geçersiz oyun yasaya açıkça aykırı olarak sayıma dahil edilmesiyle “geçerli” sayılması ya da aynı sandığa atılıp aynı zarfa konulan dört pusuladan sadece iktidar partisi adayının kaybettiği pusulayı iptal ettirme manipülasyonuyla kalmıyor.
Tehditlerin, şantajların fiyaskosuna karşı bu kez en temel demokratik haklarını kullananlar hedef alınıyor. Demokratik muhalefeti dizaynla, siyasî rakiplerini tasfiye operasyonlarıyla millet iradesini tersyüz etme, hesaba çekilme korkusuyla iktidardan düşmeme uğruna yargıyı “siyasetin sopası”, kamu kurumlarını partinin “aparatı” olarak kullanmaya devam ediyor. Kısacası, paniğe kapılıp sandıktan kaçan iktidardakiler, yıldırma, sindirme, susturma senaryolarını sahneliyor.
Ve “tek kişilik rejim” cenderesinde yürütme ve yargının yanısıra millet iradesinin temsilcisi Meclis’in de “devre dışı bırakıldığı vartada “toplantı ve gösteri hakkı”yla demokratik direnç hakkını kullananlar “despotik yöntemler”le cezalandırılıyor. Vahim bir gözü dönmüşlükle siyasî müdahalelerle hak, hukuk, haysiyet ihlâli yapılıyor.
Ama nafile; zira totaliterleştikçe topluma korku salan, korktukça baskıları ve haksızlıkları yoğunlaştıran siyasî iktidar tam bir girdapta; son çırpınışlarla demokrasiyi, hukuku, hak ve hürriyetleri tepiyor; ve teptikçe daha da batıyor.
Yazık...