Depremin hemen ardından Cumhurbaşkanı, “Deprem gibi hepimizi sarsan konuların günlük siyasetin polemiklerine âlet edilmesini milletimize bir saygısızlık olarak görüyoruz” derken, iktidarın adayı olarak İstanbul Belediye Başkanlığını açık ara ile kaybeden Çevre ve Şehircilik Bakanı, “İstanbul depremi bir millî güvenlik meselesidir, bu alanda siyasete ve polemiğe yer vermeyelim” diyor.
Ne var ki tam da iktidardakilerin “On altı milyon İstanbullunun canının ve geleceğinin sözkonusu olduğu bir yerde siyaset olmaz” deyip muhalefete “siyaseti bir tarafa bırakıp hep birlikte el ele verip İstanbul için seferberlik başlatalım” çağrısında bulunduğu günde on altı milyon İstanbullunun oylarıyla seçilmiş, AKOM’un başında ve AFAD toplantısında olması gereken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı tutuklu; yerine Belediye Meclisi’nin seçtiği Başkanvekili ile Belediyeden bir tek yetkili dahi “deprem toplantısı”na çağrılmaması partizanlığına tevessül ediliyor.
Cumhurbaşkanı’nın İstanbul’da AFAD merkezinde başkanlık ettiği, bakanların, valiyle ilgili bürokratların yanısıra AKP Tanıtım ve Medya Başkanı’nın katıldığı “deprem toplantısı”nda şehrin Belediye Başkanı’nın dışlanması, kısa süre bulunduğu ikinci toplantıya AKP il Başkanı’nın katılması, iktidardakilerin “politikayı bir yana bırakıp âcilen bu işe odaklanalım, bugünün ihmali yarının felâketi olur, daha geç kalırsak da kaybımız çok büyük olur” söylemlerini peşinen boşa çıkarıyor. .
Görünen o ki 6 Şubat 2023’te resmî rakamların en az beş-altı katı yüz binlerce vatandaşın vefat ettiği on ili kapsayan Kahramanmaraş depreminde kurtarma, korunma ve barınma için gereken yardımlar günlerce deprem bölgesine ulaştırılamazken, muhalefet belediyelerinin gıda, su, ilâç, yiyecek, giyecek, battaniye, temizlik malzemesini taşıyan yardım TIRlarının deprem bölgelerine sokulmaması, mahallerde kurdukları çadır ve konteynır kentlerinin, sahra-seyyar hastanelerinin hatta aşevlerinin kapatılmasında dayatıldığı gibi bu depremde de çifte standartlı çirkin siyaset yapılıyor.
Neticede, 23 yıllık AKP iktidarında yüz milyarlarca liralık deprem vergilerinin akıbeti bilinmezken, deprem için toplanan paraların “yandaş şirketler”e aktarılması, bir tek İstanbul’da yüzlerce toplanma alanının ranta ve betona açılıp gökdelenlerin dikilmesi tâlânına, âfete karşı hiçbir köklü tedbir almamalarına bakmadan daha ilk günde sanki yeni iktidara gelmişlermiş gibi iktidardakilerin muhalefeti suçlamasıyla âfette siyaset felâketi garabeti sergileniyor.
Ve iktidardakilerin 6.2’lik depremde can kaybının olamamasını bir “başarı” gibi sunup “kentsel dönüşüm”den dem vurmaları pişkinliği “pes!” dedirtirken; “şeytanı melek, muhalifindeki meleği şeytan gören” “lisân-ı siyasette lâfız, mânânın zıddıdır” hakikatini bir defa daha teyid ediyor. (Bediüzzaman, ESDE, Lemaat, s. 663.)
VAZİYET
İtirafçı ve iftiracı furyasıyla…
Devlet imkân ve araçlarının tepe tepe kullanıldığı ve iki buçuk milyon “mühürsüz” geçersiz oyun yasa dışı olarak son anda sayıma sokulduğu 16 Nisan 2017 referandumuyla “hibrit/melez yarı demokrasi”den “otokratik rejim”e düşürülmesi bugün Türkiye’nin en büyük sorunu.
Demokrasinin olmazsa olmazlarının başında gelen “kuvvetler ayrılığı”nın olmadığı, Meclis’in devre dışı bırakılıp yasamanın ve yargının Cumhurbaşkanı’nın şahsında yürütmeye bağlandığı “Türk tipi ucûbe sistem”in “tek kişilik hükûmeti”nde yüksek yargı kurumları ile yargı bürokrasisine hükmeden Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üyelerinin çoğunun atanmasıyla “yargının tâlimatlandırılması” bunun sonucu.
Aslında tam da âlây-ı vâlâyla, tumturaklı nutuklara “23 Nisan Millî Hâkimiyet Bayramı” kutlanırken, Silivri merkezli 6.2 şiddetindeki depremin başta İstanbul’u ve bütün bölgeyi sarstığı sırada bir milyon 100 binden fazla oy farkıyla seçilmiş şehrin Belediye Başkanı’nın uydurulmuş “gizli tanıklar”ın “duymuştum, söylemişlerdi…” uydurmalarının ötesine geçmeyen, belge ve delil ortaya koyamayan asılsız sahte isnadlarıyla tutuklanıp hapiste tutulması vahameti ortaya koyuyor.
İktidardakilerin tasfiye etmek için “tepeden tâlimat”la içeri attırdıkları ve her türlü iftira ve bühtanın atıldığı siyasî rakiplerini mahkemede savunan, dosyalara, iddialara, davaya hazırlık süreçlerine hâkim olan İBB avukatlarının, ardından avukatların da avukatlarının gözaltına alınması çarpıklığı Türkiye’de yargının içine düşürüldüğü vartayı ele veriyor.
Belli ki âdil yargılamayı etkilemeye teşebbüsle savunma hedef alınıyor. Hukuksuz operasyonlar, kayyım atamaları, günlerce gözaltı, usulsüz soruştur- malar ve yargılamalarla tutuklamalar; yalancı tanıklar, itirafçı-iftiracı furyasıyla korkutma, tehdit ve şantajlarla demokratik muhalefeti susturma ve sindirme operasyonları yargı üzerinden sürdürülüyor…
Bundandır ki aynı zamanda HSK Başkanı da olan partili Adalet Bakanı’nın gün aşırı tekrarladığı “Türkiye’de yargı bağımsızdır, tarafsızdır” sözlerine kimse inanmıyor…