Türkiye, iç ve dış dayatmalarla örülü karmaşık bir gündemle karşı karşıya.
Bu ortamda, haksızlık ve hukuksuzlukların simgesi hâline gelen Silivri merkezli 6.2 büyüklüğündeki depremin ardından yapılan “önlem toplantısı”nda, yalnızca muhalefetten olduğu için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin dışlanması, uzun süre tartışılacak gibi görünüyor.
Ancak yürütme, yasama ve yargının partili Cumhurbaşkanının güdümüne verildiği “otoriter rejim”de başta ahlâkî erozyonla toplumun içine sürüklendiği manevî tahribatın derin travmaları ıskalanıyor.
Vahamet, alâ-yı vâlâ ile ilân edilen “yargı paketleri”nde en başta kapasitesinin kat kat üstünde dolup taşan cezaevlerinin yetersizliğine karşı yeni cezaevleri yapımından bahsedilmesi; ceza ve tutukevlerinin kapasitesinin yüzde 200 artması; yer yokluğundan mahkûm ve tutukluların sırayla yatması gerçeğiyle meydanda.
Özellikle 15 Temmuz Kalkışması ve akabinde devreye sokulan “20 Temmuz OHAL” sürecinde, tutukluların sayısı 77 bine ulaşmış; cezaevlerinde 100 bini aşan kapasite fazlasıyla birlikte on binlerce mahkûm ve tutuklunun yatacak yer bulamadığı vahim bir tablo ortaya çıkmıştır. Öyle ki, kimi cezaevlerinde 7 odalı koğuş sisteminde normalde 21 kişinin kalması gerekirken bu sayı 40’a kadar çıkarılmış; yemekhane ve koridorlara serilen yataklarla birlikte bu rakamın 80’e ulaşması, kapasitenin kat kat aşılmasına sebebiyet vermiştir.
SUÇTA KORKUNÇ PATLAMA…
Çarpıklık, Türkiye’deki cezaevi nüfusunun, hızla artarak rekor seviyeye ulaşmasıyla ortada. Ocak 2025 itibarıyla cezaevlerinde 328 bin 708’u hükümlü, 49 bin 596’sı tutuklu olan cezaevi nüfusunun 384 bin 216 kişiye ulaşmasıyla “imdat!” çığlıklarını atıyor.
Bu yüzden kamu ve sivil toplum kurumlarının “cezâevleri raporları”, fecaati su yüzüne çıkarıyor. En son Adalet Bakanlığı’nın hâlen toplam 405 ceza infaz kurumunu yeterli görmeyip 11 yeni cezaevi için 2025 yılında toplam 1 milyar 213 milyon 506 bin lira tahsisiyle ortaya çıkıyor.
Zira haftada beş bin, yılda 260 bin kişinin yakalandığı, okulların önündeki torbacılardan on milyarlarca dolar kazanan baron ve mafyasına en az bir milyon üretimi, kullanımı, satışı ve kaçakçılığından sadece uyuşturucudan 65 bin kişinin içeride olması vaziyeti ele veriyor.
Türkiye’nin suç haritası, Meclis araştırmaları, Emniyet asâyiş raporları ve Adalet Bakanlığı’nın verileriyle toplumu tehdit eden her türlü suçtaki korkunç patlama dehşeti haber veriyor. Dehşet, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün tutuklu ve hükümlüler araştırmasında hırsızlıktan cinâyete, yaralamadan yağmaya ve gasba kadar suç oranlarındaki artışla belgeleniyor.
Resmî -sivil kuruluşların raporlarında alarm zilleri çalıyor. Şiddetin azdığı, medyaya yansıyan insanın kanını donduran hunhar şiddet ve vahşetle, çoğalan çocuk ve yüzde bin 400’lere varan kadın cinâyetleri, televizyonların “gündüz âile programları”nda çirkinlikleri ortaya dökülen âile içi şiddet. binlerce kadının sığınma evlerine başvurularının onlarca kat artması bunun bir diğer göstergesi.
Keza Sağlık Bakanlığı’nın“Türkiye’nin psikolojik haritası”ndaki istatistiklerine göre, ruhsal rahatsızlık şikâyetiyle kliniğe başvuranların sayısının da en az üçe katlanması, psikolojik şikâyetlerle sağlık kuruluşlarına başvuranların ve antidepresan kullama oranının kat kat artması, ciddî bir ruhî ve sinirsel bozuklukların yaygınlaşması, toplumun giderek bunalıma sürüklendiğini ele veriyor.
ASIL TEDBİR MÂNEVÎ TÂMİRAT…
Başta uyuşturucu, içki, kötü madde bağımlılığı üretimi ve tüketiminin vahim boyutlara çıkması, kumarın ve tam bir tuzak olan sanal kumarın sıradanlaşması, sigara ve alkol içme, uyuşturucuya başlama yaşının küçülüp okul sıralarına kadar inmesi, ülkenin suçlu üreten suç bataklığına düşürüldüğünün ifşası.
Âilenin bağları koparılmış ilgisiz-irtibatsız yabanî insanlar yuvası haline gelmesi, parçalanmış-örselenmiş hayatlar, dünyevileşme ve sefâhet arenasında birbirinden kopuk kalabalıklardan oluşan toplum âdeta felce uğramış, âdeta suç üretiyor. Mahkemelerde raflara sığmayan dava dosyalar, sosyal adalet ve ahlâki çöküşü gözler önüne seriyor.
Bundandır ki cezaevlerindeki yığılmaların önüne geçmek için, sürekli aflar, kısmî aflar çıkarılıyor; infaz kanunları değiştiriliyor, bile bile suçlular toplumun içine salınıyor.
Dikkat çekici bir diğer vahim veri, bir suçtan dolayı ceza alan bir tutuklunun tahliyeden sonra aynı suça yeniden teşebbüsle cezaevine geri dönmesi felâketin açık göstergesi. Bu durum, cezâevlerinin caydırıcı bir işlevi yerine getiremediğini ve ıslâh edemediğini açıkça gösteriyor.
Elbette, felâkete dönüşen “suç artışı”yla, ağzına kadar dolup taşan cezâevlerinde ıslâh ve eğitim çalışmalarının yapılması, insanî şartların iyileştirilmesi ve geliştirilmesi” gerekir.
Ancak asıl tedbirin, derin ahlâkî aşınmayla had safhaya varan manevî tahribata karşı, iman ve ahlâk eğitimiyle manevî terbiye tâmiratla alınması gerekiyor...