Sebepler planında uzmanların açıklamaları ne olursa olsun, depremlerin arkasında bir “Kâsıdın kastı”nın yani bir irade sahibinin iradesinin bulunduğu muhakkaktır.
BİLİM SÜRECİ, DİN NİHAÎ SEBEBİ ZİKREDER
Depremle ilgili olarak uzmanların açıklamaları ile dinî açıklamalar, başka bir ifadeyle sismologların açıklamaları ile teologların açıklamaları birbirine aykırı olamaz. Uzmanlar ya da bilim insanları jeolojik araştırma, bilgi ve bulgular üzerinden depremin gerçekleşmesine yönelik tasvirler yapar. Bilimsel yöntemlere dayalı olarak yapılan bu tasvirler, olayın incelenebilir boyutu ile ilgili olarak yanlış bir mahiyet taşımaz. Ancak bu bilgi ve bulguların arka planı hakkında ortaya konulan teoriler her teori gibi objektif verilerle kesinleşinceye kadar doğruluğa veya yanlışlığa açıktır. Dinî açıklamalar ise vahyin temel bir prensibi olarak fizikî âlemde gerçekleşen her olayın Yaratıcının irade ve kudretiyle gerçekleştiğini dikkate alarak, deprem olayının arkasında İlahî irade ve kudretinin bulunduğunu ifade eder. Dolayısıyla bilim dili “olayın vukua geliş sürecini” ya da süreçlerini tasvir ederken, din dili “nihaî sebebi”, asıl kaynağı zikreder.
RİSALE-İ NUR, DİN VE BİLİMİ BİRLEŞTİRİYOR
Düşünme kabiliyetiyle donatılmış varlıklar olarak insaniyetimize uygun olanı ise bu iki tür açıklamayı birbiriyle uyumlu bir şekilde değerlendirmeye tabi tutmaktır. Tıpkı bir çocuğun anne karnındaki oluşumunu bilim dili ile din dilini birleştirerek anlamaya çalışmak gibi. Bilimsel açıklamalar ceninin anne karnındaki gelişim safhalarını tasvir eden bir açıklama yapar. Bu açıklamalar bebeğin oluşumunun daha doğru yaratılmasının arka planını ifade etmez. Arka plan iman alanıdır. İman mahiyeti itibariyle “gaybî”dir. Görülene iman olmaz. İman görülenden hareketle aklî bir çıkarım olarak gaybî bir kudretin bulunması gerektiğini onaylamaktır. Din ise tam bunu yapar, “Sizi anne karnında yaratan O’dur” der.
Risale-i Nur bilim dili ile din dilini daha doğrusu bilimsel açıklamalar ile dinî açıklamaları bağdaştırma usûlüne dikkat çeken müstesna bir Kur’ân tefsiridir. Onun bu özgün niteliğini deprem olayını açıklarken de görüyoruz.
DEPREMLERİN ARKASINDA BİR KÂSIDIN KASTI VAR
İlgili risalede ifade olunduğu üzere depremin meydana gelişi ile ilgili olarak, sebepler planında uzmanların açıklamaları ne olursa olsun, bunun arkasında bir “Kâsıdın kastı”nın yani bir irade sahibinin iradesinin bulunduğu muhakkaktır.
Bugünkü bilimsel araştırmalara göre depremlerin büyük çoğunluğu “plaka” adı verilen irili ufaklı levhaların, tektonik kayaların sürtünmesi ve ayrılması sonucu oluşan gerilimin aniden serbest kalması ile meydana geliyor. Peki bu sürtünme ve serbest kalma, bu esnada gerilim oluşması, bunun aniden serbest kalmasıyla sismik dalgalar hâlinde güçlü bir sarsıntı ile açığa çıkması tabiî bir olay diye açıklanabilir mi? Ya da tesadüfen, rastlantılar sonucu vuku bulan bir olay diye ifade olunabilir mi? Risale-i Nur’da bu konu “silâh ve tetik çekme” metoforu üzerinden çok ikna edici olarak şöyle ifade ediliyor:
“Meselâ, bir adam, bir tüfek ile birisini vurdu. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip, bîçare maktûlün büsbütün hukukunu zâyi etmek, ne derece belâhet ve divâneliktir; aynen öyle de, Kadîr-i Zülcelâl’in musahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayyâresi olan küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irâde ile iddihar edilen bir bombayı, ehl-i gaflet ve tuğyânı uyandırmak için, “Ateşlendir!” diye olan emr-i Rabbânîyi unutmak ve tabiata sapmak, hamakatın en eşneidir.”
Bugün insanlar depremle ilgili olarak televizyon kanallarında uzmanları dinliyor, onların açıklamalarına değer veriyor. Tekrarlamak gerekir ki, bu açıklamalar, olayın “sebepler dünyası”nda meydana geliş sürecini tasvir ettiği için dine aykırı değildir. Şayet bu açıklamalar nihaî açıklama olarak düşünülür, -telâffuz edilsin veya edilmesin-, “doğa hadisesi”, “tabiat olayı”, “kendiliğinden gerçekleşen fiziksel bir olay” gibi bir temele oturtulursa elbette tevhide aykırıdır, dine aykırıdır, Kur’ân’ın mesajına aykırıdır; hatta akl-ı selime de aykırıdır! Çünkü dikkatlice baktığımızda kainatta her şeyin çok ince ve çok yönlü plan, düzen ve hikmet içinde gerçekleştiğini görüyoruz. Böyle büyük bir olay nasıl tesadüfen olabilir, nasıl tabiata-doğaya atfedilebilir? Bu bakımdan ifadelere çok dikkat etmek gerekiyor.
SEBEPLERİN SONUCA TESİRİ
Depremi “tabiat olayı”, “doğa olayı” gibi görmek doğrudan tevhid inancına aykırı olduğu için Risale-i Nur’da konu başka örneklerle de güçlü bir biçimde temellendiriliyor.
Özetle ifade etmek gerekirse, içinde yaşadığımız dünya “sebep”lerin söz konusu olduğu bir dünyadır. Sebeplerin ise sonuçlar dikkatlice düşünüldüğünde hiçbir tesirinin, hiçbir etkisinin olmadığı, olamayacağı açıktır. Söz gelimi, bir çekirdekten, -yaratılış düzeni açısından- bir süreç içinde ağaç olması bunun bir delilidir. Ağaç, -zahiri bakışta-, çekirdekten olmuştur ama ne çekirdeğin ne toprağın ya da suyun ağacın oluşmasında payı yoktur, olamaz! Diyelim ki bu bir elma ağacı ise, onun çiçek açması, meyveye durması, nihayet lezzetli meyveler sunması bilinçsiz sebeplere havale edilebilir mi? Dolayısıyla deprem de, “âdetullah” diye anılan yaratılış düzeni içinde Yaratıcının mutlak ilim, irade ve kudreti ile gerçekleşiyor. Uzmanların süreçlere dair tasvirleri, açıklamaları ne olursa olsun, mü’min bu olayı aklı ve kalbiyle bu şekilde anlar ve yorumlar yahut bu şekilde anlamak ve yorumlamak zorundadır.
DEPREM İLÂHÎ İHTAR
Her musibet gibi depremlerin “İlâhî ihtar”, “İlâhî ikaz”, “İlâhî irşad”, “İlâhî rehberlik” tarzında birçok boyutu bulunmakla beraber, -kanaatimizce en merkezî boyut- bu olayı Allah’ın iradesi ve kudretiyle irtibatlandrmak, daha doğrusu irtibatını bilmek, sonra ders almak ve gereğince hareket etmektir. Çünkü bu nokta doğrudan imana baktığı için özel önem arzetmektedir.