GÖRÜŞ - Prof. Dr İlyas Üzüm
Basit gözlemlerimizle etrafımıza, yakın ve uzak çevremize, tabiata baktığımızda adeta sayısız “yaratılış”ların gerçekleştiğini görüyoruz. Çiçekler tomurcuklanıyor, ağaçlar meyveleniyor, ekinler büyüyor, buğdaylar başaklanıyor, kuşlar yavruluyor, bebekler doğuyor… Yine okumalarımızdan öğreniyoruz ki, mesela her gün bedenimizde 330 milyar yeni hücre var ediliyor. Dünyada her saatte ortalama 15 bin, günde 360 bin bebek dünyaya geliyor. Astronomi bilginlerinin kaydettiğine göre uzay boşluğunda her gün doğan yıldız sayısı 275 milyonu buluyor… Biz çeşitleri, süreçleri, aradaki nüansları hesaba katmaksızın bütün var oluşları bazen genel bir ifade olarak “yaratma” kelimesi ile dile getiriyoruz. Detaya baktığımızda ise “var oluş” yahut “yaratılış” gerçeğini ifade etmek üzere -söz gelimi-, îcâd, oluşum, ihya, inşa, ibdâ gibi başka birçok kelime olduğunu biliyoruz. Söz gelimi, bunlardan îcâd “vücut verme”, ihya “can verme veya hayatlandırma”, inşa “var olan malzeme ile yeni bir oluşum gerçekleştirme”, ibdâ “örneği olmaksızın meydana getirme” anlamına geliyor. Ayrıca, yine mesela, bitkilerin topraktan yaratılmasını “bitme”, hayvanların yaratılmasını “yavrulama”, çocukların dünyaya gelmesini “doğma” kelimeleriyle zikrediyoruz. Keza çocuğun mesela dişlerinin yaratılmasını “dişi çıkma”, önceki safhaya göre yeni var ediliş aşamasını “büyüme”, beslenmeye bağlı olarak bünyede kuvvet yaratılmasını “güçlenme” gibi sözcüklerle ifadelendiriyoruz.
Yaratılış Gerçeği: Yaratılıştan Yaratıcıya
Kullanılan kelimeler ne olursa olsun, içinde yaşadığımız gerçekliğin en bariz özelliklerinden biri olan düzenli, anlamlı, ahenkli “yaratılışları” görmezden gelmek mümkün değildir. Basit ama insan mantığı açısından bir o kadar da tutarlı olan analoji ile ifade etmek gerekirse, “her yaratılış bir yaratıcıya delalet ettiğine göre, bu sayısız yaratılışların bir Yaratıcısı olması” da mantıkî bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Yaratıklar arasındaki uyum, düzen ve bütünlük de bize Yaratıcının “bir” ve “mutlak” olduğunu gösteriyor. İşte O Yaratıcı, “Kudret kitabı” olan kainatta; cansız varlıklardan bitki ve hayvanlar alemine, insan türünden insan ferdinin hücre yenilenmesine kadar adeta sayısız “yaratma”larla Yaratıcılığını gösterdiği gibi, “Kelâmî kitabı” olan Kur’an’da da bunlara dikkat çekerek “Yaratıcılığını” birçok örneği ile önümüze koyuyor. Kur’an dilinde “yaratma” genel olarak “halk” kelimesi ve türevleriyle ifade ediliyor. Ama bunun yanında başka varyasyonlarıyla “yaratılış”ı ifade eden çok sayıda fiil de bulunuyor. Mâzî kalıplarıyla ifade etmek gerekire, mesela, “halaka”, “fetara”, “zerae”, “bedea ve ebdea”, “ceale”, “savvare”, “kaddera” “enbete”, “sevvâ”, “enşee”, “berae”, “ehyâ” gibi kelimeler bunlardan bazılarını teşkil ediyor.1 Bu Kur’anî kelimeler nüanslarıyla birlikte dinî literatüre yansıdığı gibi en azından bir kısmı günlük dilimize de yansımış görünüyor. Bunlardan en yaygın olanı “hlk” kökünden gelen “halk”, “hilkat”, “hâlık”, “mahlûk” gibi kelimeler ile “ftr” kökünden gelen “fâtır” ve “fıtrat” sözcükleridir.
“Hlk” Kökü ve Anlamı
Sözlükte “hlk” kökü birisi “yaratmak, inşa etmek, var etmek” diğeri “takdir etmek, ölçüp biçmek, planlamak” olmak üzere başlıca iki anlama geliyor. Kelime, ayrıca çeşitli iştikaklarıyla birlikte örneksiz olarak icat etmek, karakterli olmak, yakıştırmak, uydurmak, gibi anlamlar da taşıyor.2 Kelimenin “halk” ve “hilkat” şeklindeki iki mastarı hem yaratmak, meydana getirmek hem de yaratılış, îcâd anlamında kullanılıyor. Bu kökten gelen “hâlık” yaratan, yaratıcı, “hallâk” sürekli yaratan, “mahlûk” (çoğulu mahlûkât) ise yaratık, yaratılmış olan demek oluyor. Isfehânî’nin (ö. 1010) belirttiği üzere, “hlk” kökü Kur’an’da hem yoktan yaratmayı hem de bir şeyi bir şeyden yaratmayı ifade etmek üzere kullanılıyor.3 Nitekim mesela, “O gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak halk edendir/yaratandır”4 ayeti yoktan yaratmaya, “…O sizi bir tek nefisten halk etti/yarattı”5 ayeti de ikincisine örnektir. “Ftr” köküne gelince, sözlükte bu kök esas olarak “yarma, çıkarma, yaratma” gibi mânâlara geliyor. Kelimenin mastar hali olan “fatr-fıtrat” kök anlamdaki “yarma” anlamından hareketle özgün olarak yaratma, var ediliş, temiz tabiat; “fâtır” da yokluktan yarıp çıkaran, yaratan, varlık veren” demek oluyor.6 Yine Isfehânî’nin belirttiği gibi “Allah göklerin ve yerin fâtırıdır/yaratıcısıdır”7 ayetinde Allah’ın “yaratıkları meydana çıkaran, yoktan yaratan olduğu” ifade edilirken “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü hak dine çevir, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun…”8 ayetindeki fıtrat da Allah’ın insanın yaratılışına yerleştirdiği özelliklere işaret ediyor. 9
Belirtildiğine göre Kur’an-ı Hakim’de “halk” kelimesi türevleriyle birlikte 250’den fazla ayette yer alıyor. Bunların ellisinde göklerin ve yerin yaratılışına, 100 kadarında insanın yaratılışına, diğerlerinde de gece ve gündüzün, ay ve güneşin, bitki ve havanların yaratılışı ile öteki hususlara atıf yapılıyor. Aynı şekilde “ftr” kökü türevleriyle birlikte Kur’an’da on dokuz defa geçiyor.10 Bunlarda yine göklerin ve yerin yaratılışı ile özellikle insanın yaratılışına ve yaratılış özelliklerine değiniliyor.
Hilkat-Fıtrat Farkı
İlgili ayetlere topluca bakıldığında “hlk” ile “ftr” kökünün, -mastarlarıyla ifade etmek gerekirse- “halk-hilkat” ile “fatr-fıtrat” kelimelerinin anlamca birbiriyle ilişkili olmakla beraber hilkatin daha genel, fıtratın biraz daha özel bir yaratılışı ifade ettiği görülüyor. Ayetlerde hem arz ve semavatın hem canlı-cansız varlıkların hem de insanın yaratılışı “hilkat” kelimesiyle ifade olunurken fıtrat kelimesi arz ve semavatın yaratılması yanında özellikle insanın yaratılmasını ve yaratılış özelliklerini ifade ediyor. Nitekim Resul-i Ekrem (asm)’ın farklı versiyonları bulunan şu meşhur rivayeti “fıtrat”ı insanın aslî yaratılışı ile irtibatlandırıyor: “Her insanı annesi ‘fıtrat’ üzere doğurur. Sonra anne-babası onu Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır yahut Mecusileştirir. Eğer anne-babası Müslüman olursa o da Müslüman olur…” 11 Fıtrat kelimesinin Kur’an ve hadislerdeki kullanımları dikkate alınarak zaman içinde terimleştiği anlaşılıyor. Buna göre fıtrat, genel bir tanım olarak, “İnsanın doğuştan sahip olduğu/sahip kılındığı bütün özellikler” demek oluyor. Bazı alimler buradaki fıtratı “İslâm”, bazı alimler “dış tesirlerden etkilenmemiş ter temiz özellikler”, bazı alimler de “insanın Yaratanını bilmesi, Ona iman etme ve şükretme yetisi” olarak açıklıyorlar. 12
Risale-i Nur’da “Hilkat” ve “Fıtrat” Kavramı
Gerek kainat kitabındaki adeta sayısız olarak tezahür eden bir vakıa gerekse Kur’an’da birçok ayette vurgulanan hakikat olarak “hilkat” ve “fıtrat” kelimeleri, Kur’an’ı aynı zamanda kainat ile açıklayan bir tefsir olan Risale-i Nur’da da birçok yerde zikrediliyor. “Hlk” kökünün iştikakları bir tarafa, sadece “hilkat” kelimesi -bir arama motorundaki kayda göre- ana kitaplardan Sözler’de 107, Mektubat’ta 37, Lem’alar’da 60, Şualar’da 57 kez olmak üzere 261 defa geçiyor. Aynı şekilde “fıtrat” kelimesi de Sözler’de 75, Mektubat’ta 28, Lem’alar’da 65, Şualar’da 45 defa olmak üzere 214 kez geçiyor. Müellif buralarda Kur’an’daki kullanıma uygun olarak genel anlamda “hilkat-ı arz”, “hilkat-ı semavat”, “hilkat-ı insan”, “hikmet-i hilkat”, “şecere-i hilkat”, “hilkat-ı beşer” gibi terkiplere yer verirken özellikle insanın yaratılmasında hem “hilkat-ı beşer”, “hilkat-i insan” terkiplerine hem de daha çok “”fıtrat-ı insaniye”, “fıtrat-ı beşeriye”, “fıtrat-ı selime” gibi tabirlere yer veriyor.
“Hilkat” Kavramı
Risale-i Nur’da “hilkat” ve “fıtrat” kelimelerinin kullanımına bakıldığında, iman esaslarının temellendirilmesi ile insanın yaratılış vazifesine dikkat çekilmesine yönelik çok geniş bir çerçevenin çizildiği müşahede ediliyor. Birkaç örnekle yetinmek gerekirse, mesela Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıf’ında “…Kur’an-ı Hakim hilkat-ı arz ve semavatı (dünyanın ve göklerin yaratılışını) vahdaniyete bedahet derecesinde bir burhan gösteriyor ki, ister istemez zîşuûr olan adam hilkat-ı arz ve semavatta bizzarûre Hâlık-ı Zülcelâl’ini tasdik etmeye mecbur olur” diyerek hilkatten Hâlık’ın yani yaratılmışlıktan Yaratıcının birliğine intikal ediyor. Diğer taraftan “Sâni-i Zülcelâl her şeyin hilkatinde en kısa yolu ve en yakın ciheti ve en hafif sureti ve en güzel keyfiyeti ihtiyar etmesi gösteriyor ki hilkatte israf ve abesiyet yok” ifadesi ile Onun adl ve hikmetine işaret ediyor.13 Yine müellif sık sık “şecere-i hilkat” tabirini kullanarak yaratılışı ağaca benzetiyor, insanın o ağacın en mükemmel meyvesi olduğunu ifade ediyor. Keza “hilkatin muamması” tabiri ile alemin yaratılışının büyük bir sır olduğunu ifade edip bu sırrı Hz. Muhammed’in (asm) Kur’an ile keşfettiği hakikatini paylaşıyor .14
“Fıtrat” Kavramı
Aynı şekilde Risale-i Nur’un “fıtrat” hakikatini çok geniş bir yelpazede açıklayıp yorumladığını görüyoruz. Müstakil kitap çalışmasına konu olacak bu zengin kullanımda müellif insanın, insaniyetine konulan özelliklere dikkat çekerek insanî vazifelerine işaret ediyor. Mesela, On Birinci Söz’de insana yaratılışta verilen “nazik letâif (ince latifeler) ve maneviyat, hassas a’zâ ve âlât, muntazam cevârih ve cihâzât”a dikkat çektikten sonra “fıtrat”ımızda bu özelliklerin yaratılmasının iki esası olduğunu ifade ediyor: a) Her bir alet ve duygu ile ilahî nimetlerin farkına varıp Mün’ım-i Hakiki olan Allah’a şükretmek ve ibadet etmek, b) Aleme tecelli eden ilahî isimlerin tecellilerinin çeşitlerini birer birer hissetmeye ve tatmaya çalışıp bu suretle Allah’ı tanıyıp Ona iman etmek.15 Diğer kullanımlarda da, mesela insan fıtratına konulan özelliklerin “câmi” olduğu, insanın fıtraten zayıf olup “Kâdir olan Rabbinden talepte bulunması” demek olan duaya muhtaç olduğu, insanın fıtratı itibariyle şu kainatın Rabbine karşı hadsiz bir muhabbet üzere yaratılmış olduğu, fıtratın değişmeyeceği, insanın ebede uzanan duyguları olup fıtraten ebediyeti istediği, ibadetin bilhassa da namazın “fıtrat borcu” olduğu, ilahî emir ve yasakların insan fıtratına uygun olduğu, mesela hanımlar için tesettürsüzlüğün fıtrata aykırı olduğu, fıtratın değişmeyeceği, insanın fıtrat ve cihazât-ı maneviyesinin onun ibadet için yaratıldığını gösterdiği… gibi son derece özgün açıklamalar yapıyor. Müellif bu ve benzeri beyanlarıyla insanın “yaratılış kodlarına” işaret ederek, insanı fıtratça aslî vazifesi olan ibadete davet ediyor; şu muhteşem cümleleriyle olduğu gibi:
“Katiyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.”16
Dipnotlar:
1- Bu kelimelerin anlamı ve ayetlerden verilen örnekler için bk. Duran Ali Yıldırım, Kur’an’a Göre İnsanın Yaratılışı (Konya 2016), s. 40-54.
2- Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, “hlk” md.
3- Râgıb el-Isfehânî, el-Müfredât, “klk” mad.
4- En’âm 6/73.
5- Nisa 4/1.
6- Bkz. Zebidî, a.g.e., “ftr” md.
7- Fâtır 35/1.
8- Ruk 30/30.
9- Isfehânî, a.g.e., “ftr” md.
10- Mustafa Çağrıcı, “Yaratma”, DİA, XLIII, 325; Hayati Hökelekli, “Fıtrat”, DİA; XIII, 47.
11- Müslim, “Kader”, 25. Ayrıca hadisin diğer versiyonları ve kaynakları için bk. A. Kadir Evgin, “Hadislerde Fıtrat Kavramı…”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1 (2003), s. 97-98.
12- Bk. Hökelekli, agmd., s. 47-48.
13- Said Nursi, Sözler (İstanbul 2020, YAN), s. 492.
14- Nursi, Sözler, s. 129, 537.
15- Nursi, Sözler, s. 117.
16- Said Nursi, Mektubat (İstanbul 2020, YAN), s. 217.