H. MUHARREM OKUR - ARDA BİLİK
Uzun yıllardır irtibatımızı devam ettirdiğimiz Salih Taşpınar anlatıyor:
“Sene 1973, o yıllarda Hasan Şen Ağabeyle beraber kalıyorduk. Benim İzmir'e geldiğim yılların başlangıcı yani. Eşrefpaşa Arap Camii karşısındaki sokağın içerisinde müstakil bir dershanemiz vardı, orada kalıyorduk. Mesut Zeybek Ağabey, Hasan Şen Ağabey hep beraber oradaydık. Ben de Hisar Camii'nin önünde saatçi Burhan Ahmet Bozkaya Ağabeyin yanında çalışmaya başlamıştım. Dershaneden derslere iştirak ediyorduk. Yine bir gün Yeşilyurt semtinde Ali Değirmenci Ağabeyimizin evinde ders vardı. Oraya gitmiştik. İsmail Mermer Ağabey dersi okumuştu. Hatta kitabı yanında duruyordu ve çay içiyorduk. Polisler geldiler. 25 tane polis, 2 komiser.

Salih Taşpınar
Biraz erken basıldığı için ders, 13 kişi civarındaydık o sırada. Ben de çocuk olduğum için hemen bana da baktılar. Üzerlerimiz arandı, bende İhlâs Risalesi bulunmuştu. Ve bizleri komple Çankaya'daki Emniyete götürdüler. Dokuz katlı bir binanın en üst katı olması lâzım. Biz çıktık asansörle, arkamızdan da dört tane polis asansöre biniyorlar, yarı yolda asansör bozuluyor. Gece saat 10 civarında, belki biraz daha geç olabilir. Sabaha kadar polisler asansörde kaldılar. Sonra, fotoğraf çekiyorlar gazeteye vermek için, gazetede basılması için. Pozlar yanıyor, fotoğraf çekemediler. O zamanlar ifadeler daktilo ile alınıyordu. Daktilo ile ifadelerimizi kayda almak istediler, daktilo bozuldu. Sonra komiser geldi dedi ki: “Yahu okuyup üflüyor musunuz? Ne yapıyorsunuz? Bütün cihazları bozuyorsunuz” diye bir serzenişte bulunmuştu. Tabiî biz sabaha kadar emniyette kaldık.
Sonra bizi mahkemeye sevk ettiler. O zamanlar mahkemeler de tabiî çok kalabalık oluyordu. Değişik yerlerden geliyorlardı. İzmir'deki mahkemeye Antalya'dan, Anamur'dan Mersin'den gelenler oluyordu. Âdeta cemaatin buluşması gibi kalabalık olurdu. Mahkemede herkes benden korkuyormuş. Küçük olunca yani 14 yaşlarında falandık, şimdi bir pot kırarım diye benden korkuyorlarmış. Ben de hâlisâne bir duygu içerisinde o zaman yani mahkemeye girerken “Ya Rabbi, benim dilimle dinimi müdafaa et.” duasını ederek o duygularla girdim. Tabiî sonra küçük olduğum için bilmiyorum da oradaki hâkim ya da savcı ifadeler okunduktan sonra herkese “Nurcu musun değil misin?” diye sordu. Herkes de kendince cevaplar verdi. “Kur’ân-ı Kerîm okumak Nurculuksa, Nurcuyum…”, “Namaz kılmak Nurculuksa, Nurcuyum.”, “Oruç tutmak Nurculuksa, Nurcuyum…” şeklinde cevaplar verildi.
Emniyetteki ifademi okurken ben dedim ki “Şuralar yanlış.” Sonra “Dur, sen sonra itiraz edeceksin” dedi. Okuma bittikten sonra da “Yap itirazını” dedi. Ben de: “Ya abi, gır gır gır okudun, ben hiçbir şey anlamadım. Tekrar baştan oku itirazımı yapayım.” dedim. Tabiî çok kalabalık olunca bu Risale-i Nur davasına Avukat Bekir Berk ve Avukat Gültekin Sarıgül Ağabeyler de gelmişlerdi. Tabiî ben öyle söyleyince bütün kalabalık gü-lüştüler. Sonra şurası doğru şurası yanlış derken ifade bitti. Hâkim ya da savcı dedi ki: “Senin cebinde İhlâs Risalesi çıkmış, bunu sana kim tavsiye etti? Kim verdi? Nereden aldın? Ne yapıyorsun?” Ben de: “Ya abi, ben kaldırımda gidiyordum. Bir seyyar satıcı kitapçıda gördüm, aldım okuyorum. Başka çocuklar Teksas Tommiks kitabı okur. Ben ise bunları okuyorum. Hoşuma gidiyor, okuyorum” dedim. Sonra Bekir Berk Ağabey de: “Bunlar mı devletin nizamını bozacak olanlar?” tarzında güzel bir müdafaa yaptı. Sonra tabiî hepimiz beraat ettik. 12 Eylül’de de 35-40 gün kadar hapishanede kalmıştık. Bunlar hep tatlı birer hatıradır.”
Allah iman Kur’ân hizmetinde ömür geçirmiş tüm ağabey ve kardeşlerimizden razı olsun. İhlâs ile hizmetlerimizde bizleri de muhafaza eylesin. Âmin.