Burada öncelikle hangi korkudan söz ettiğimizi belirtelim. Çünkü, korkular çeşit çeşittir. Bunların başında İlâhî korku, yani “Allah korkusu” gelir ki, bu her kul için gerekli olmakla beraber, bu yazının konusu değildir.
Öte yandan, ölüm-hastalık-düşme-yaralanma korkusu var ki, o da “hıfz-ı hayat” için verilmiş; yoksa, hayatı azaba çevirmek için değil.
Korkunun bir başka türü şudur: Yılandan-akrepten çekinir gibi, manevî günahlardan çekinerek, iman ve takvâ kalesine sığınmaya çalışmak.
Bilinmesi gereken bir başka nokta, birinin şerrinden, iftirasından, düşmanlık etmesinden çekinmek hususu ki, bazıları tarafından “korku” kategorisine konulsa da, bunun aslı klasik manadaki “korkmak” değil; belki, Allah’a sığınmak, istiaze etmek manasındaki “çekinmek”tir. Dolayısıyla, bu ikisini birbirine karıştırmamalı. Aksi hâlde, paranoyalık bir maraz da burada tezâhür eder.
Yazının ana konusunu ise, kısaca “beşerî korku” diye tâbir etmek mümkün. Yani, insanların birbirinden korkması, yahut tehditle ve güç gösterisiyle başkalarını korkutmaya çalışmak. Şimdi bu noktaya bir miktar tahşidat yapmaya çalışalım.
«
Hâl-i âlemde şimdi bâriz şekilde görülen şu “güç ve korku” meselesini düşünürken, aklıma birçok husus geldi; hafızamda birçok cümle kurulumu şekillendi. Onlardan da bir demet sunarak konuya öyle devam edelim.
* Elindeki güç ile başkasını korkutup yıldırmaya çalışan kimse, şüphe kalmaz ki kendisi de gizli bir korkaktır.
* Adaletin gücü, şimdilik ne yazık ki zaaf içinde. Zira, gücün adaleti hükümferma olmuş durumda.
* Güce tapanlar, gün gelir gücün kulu-kölesi olur.
* Müstebidlerin güç gösterisinden korkmayanlar, ömürde bir kez ölürler; aksine, onların gücünden korkup sinenler, yahut onlara boyun eğenler, bir cihette hep ölürler.
* Güçten korkanların güç gösterisinde bulunması, gerçekte iç dünyalarında aynı korkuyu fena hâlde taşıdığını izhar etmiş oluyor.
«
Yazının son kısmını, korku meselesine dair gayet muhkem ve müessir ifadeler serd eden ve sözlerinin aynısını hayatında bilfiil yaşayan Üstad Bediüzzaman’ın bakış açısına ayıralım.
29. Mektupta talebelerine şöyle sesleniyor:
“Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhadın dalkavukları, sizi korkutmak ile kudsî cihad-ı manevînizden vazgeçirmek için size hücum etseler; onlara deyiniz: ‘Biz hizbü’l-Kurân’ız, “Şüphesiz ki Kur’ân’ı Biz indirdik ve onu koruyacak olan da Biziz (Hicr Suresi/9)” sırrıyla, Kurân’ın kal’asındayız.’”
Evet, ehl-i dünya, ehl-i dalâlet ve ehl-i siyasetin bütün korkutmalarına karşı hiç çekinmeyen ve Kurân’a hizmetten bir ân için geri durmayan Üstad Bediüzzaman, 13. Mektup’ta da aynen şunu ifade ediyor: “Bütün sergüzeşt-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku elimi tutup men’edememiş ve edemiyor.”
İşte, hakikat bu merkezde olmasına rağmen, insanlarımızın mühim bir kısmı yine de korkuyor, maalesef. Dahası, o yersiz-gereksiz-faydasız korkudan dolayı, bizzat şahit olduğu zulme, haksızlığa, zorbalığa dahi karşı gelmiyor, gelemiyor. Yahut, hürriyete-demokrasiye sahip çıkmıyor çıkamıyor.
Esasen, bu hâl gösteriyor ki, iman iki türlüdür: Biri taklidî, diğeri tahkikî iman.
Taklidî iman, çetin zamanlarda sahibini ayakta tutamıyor, onu muhafaza edemiyor; dahası, korkular ve zorluklar karşısında çabuk kırılıp dağılabiliyor.
Sağlam ve sarsılmaz iman ise, elhak tahkikî olanıdır ki, asıl ona sarılmalı ve bütün kuvvetiyle ona çalışmalı.