Siyasetle uğraşanlar, başlıktaki soruya gayet açık ve net bir şekilde cevap vermeli. Çünkü, demokrasinin zıddı tahakkümdür, istibdattır, diktatörlüktür…
Bakmayın siz bazı muhakeme fukaralarının “Demokrasi küfür rejimidir” demelerine. Eski tâbiri ile “demokrasi” denilen şey, “meşrutiyet”in ta kendisidir.
Meşrutiyet manasındaki demokrasi, İslâmiyet ile çatışan bir sistem değildir. Dahası, Üstad Bediüzzaman’ın meydan okurcasına söylediği “Ruhu şeriattandır.”
«
Bir an için demokrasinin rafa kaldırıldığını, yahut bir darbe ile devre dışı edildiğini düşünelim.
Onun yerine ne gelir?
Hiç tereddütsüz diktacı bir rejim gelir. Partiler kapatılır. Seçim sistemi iptal edilir. Milletin hür iradesi hançerlenir. Baskı ve zulüm meydan alır. Hukuk ve adalet mekânizması hakkıyla işlemez hale gelir. Keyfî uygulamalar başını alıp gider. Hiç kimsenin can ve mal emniyeti kalmaz. Zira, gücü yeten yetene tarzında kaotik bir vaziyet hasıl olur.
Onun içindir ki, vaktiyle 27 Mayıs Darbesi’nde etkili rol oynayan bir şahıs, olup biten zulüm ve haksızlıklara şahit olduktan sonra şunu söylemeye mecbur kalmış: “En kötü bir demokrasi, en iyi bir darbe rejiminden daha iyidir.”
Bu şahsın yaşadığı bir acı vakıa da şudur: Demokratlara karşı birlikte darbe yaptıkları cuntanın sağ kanadı, bilâhare anlaşmazlığa düştükleri sağ kanadı tasfiye ediyor. Yani, darbe cuntası, kendi çocuklarını bile yemekten çekinmemiş. Bu da, “darbe içinde darbe” ihtimalinin her zaman için var olduğunu gösteriyor.
İşte, bütün bu gelişmeler, demokrasinin devre dışı edilmesiyle yaşanıyor.
«
Demokrasinin amaç mı, yoksa zümre tahakkümünü kurmak için bir araç mı olduğu hususu günümüzde de önem arz ediyor.
Zira, mevcut siyasî otoritenin diğer partilere yönelik bazı müdahale yöntemleri ve bilhassa yargı sisteminin bu meyandaki işleyişi, zihinlerde ister istemez “amaç mı, araç mı?” sorusunu canlandırıyor. Üstelik bu sorular büyük ölçüde cevapsız kalıyor. Verilen yarım ağızlı cevaplar da tatmin etmekten uzak duruyor.
Onun için, zihinlerde şüphe ve tereddüde yer kalmayacak şekilde bu meselenin izah edilmesi ve başlıktaki o can alıcı soruya esaslı bir cevap verilmesi gerekiyor.
«
Açıkça ifade edelim ki, siyasî muhalefete ve muhalif fikirdeki vatandaşlara yönelik yürütülen operasyonlar, varlığına inanmak istediğimiz hukuk ve demokrasi mekanizmasını ciddi şekilde şaibe altında bırakıyor. Keza, emniyet ve adalet dairesindeki işleyişe siyasî müdahalenin yapıldığına dair şüphelere kuvvet veriyor. Hele “gizli tanık” dayanaklı operasyonlar üzerindeki sis perdesini büsbütün kalınlaştırıyor.
Şayet şu “gizli tanık”a dayandırılan suçlamalar sebebiyle operasyonlara, hele ki tutuklamalara devam edilecek olursa, o takdirde hiç kimse kendini güvende hissedemez bir hale gelir. Bu ise, şeffaflığın bir garantisi mahiyetindeki demokrasiye olan inancı örselemeye başlar.
«
Velhasıl, siyasî iktidarın vatandaşlara demokrasi meselesinde tam bir güvence vermesi lazım. Kendisi nasıl demokrasi mekanizmasının işleyişi ile iktidara geldi ise, sahip olduğu iktidarı aynı mekanizmanın işleyişi ile başka siyasî partilere de devredebileceğine dair en azından şüpheleri izale edici izahlarda bulunması elzem hale gelmiştir. Zira, şimdiye kadar takışmadığı, hırpalamadığı, hatta kriminalize etmediği bir muhalefet partisi neredeyse kalmadı. Üstelik, bazen öyle bir zıtlaşma hali sergiliyor ki, siyasî rakiplerini azılı düşman, yahut vatan-millet haini gibi nazara vermeye çalışıyor. Bunun ise, demokrasi ile, hür irade ile izahı mümkün değil. Demek, zihinlerdeki sisleri izâle edecek esaslı ve tatminkâr bir izahata ihtiyaç var.