Siyaset bir yönetim sanatıdır. Her ülke ve her toplum için lâzım, hatta elzem bir sanattır.
Bu “olmazsa olmaz” derecede lâzım olan bu sanat, ne yazık ki bazen çok kötü şekilde de istimal edilebiliyor. Öyle ki, bu yönetim sanatı bazen silâh ve hatta cinayet olarak da kullanılabiliyor. Yahut, siyaset yoluyla işlenen cinayetlere bazen bilmeyerek şerik/ortak da olunabiliyor.
Siyaset sanatıyla, vatandaşlar arasındaki kırgınlıkları gidermek, uzlaşma-kaynaşmayı temin etmek mümkün olduğu gibi, maalesef, aynı sanatla tam aksi yöndeki gelişmeleri körüklemek de mümkün olabiliyor. Yani, aynı ülkede yaşayan insanları-vatandaşları birbirine düşürme, aralarındaki farklılıkları derinleştirip yara kaşıyıcılığı yapma, bu suretle kitleleri birbirine kırdırma yönünde de bir çeşit siyaseti takip etmek mümkün. Nitekim, bazı kişi ve odaklar bu uğursuzluğu fütursuzca yapıyor. Tabiî, provokatörler de pusuda duruyor. Ortalığı bulandırmak için, siyasî gerginliğin şiddetlenmesini dört gözle bekliyorlar.
Bunun önü alınamadığı takdirde, zamanla iş çığırından çıkabiliyor. Sonunda hiç arzu edilmeyen ve de unutulmayan acılara sebebiyet verilebiliyor: Yakın tarihteki 31 Mart Vakası, Bitlis Hadisesi, Şeyh Said Hadisesi, Menemen Vakası, Taksim'deki 1 Mayıs Katliâmı, Maraş ve Çorum Olayları birer çarpıcı örnektir. Bu olayların bir kısmı, yine yönetici konumunda siyasîler tarafından kurulmuş kumpaslar olduğu da muhakkak.
*
Siyaset âleminde işlenen cinayet derecesindeki günahlara karşı, Üstad Bediüzzaman, Kur’ân şâkirdlerini dikkat çekici şu sözlerle uyarıyor: “Sakın, sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihat etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin [El hubbu fillah, vel-buğzu fillah] düstur-u Rahmanî yerine (el-iyazü billâh) [El hubbu fissiyaseti, vel-buğzu lissiyaseti] düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adâvet ve elhannâs gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne rıza gösterip cinayetine manen şerik eylemesin.” 1
Demek ki, haricî ve siyasî cereyanlar, vatandaşları, hatta kardeşleri birbirine düşürüp işi cinayet raddesine kadar götürebiliyor. Dahası, tarafgirlik damarıyla insanları gere gere şeytanı melek, meleği şeytan gibi gösterebiliyor.
Tabiî, bu durum kimseye bir hayır getirmiyor. En başta, tarafgirlik marazına yakalanan kimselere zarar veriyor. Tarafgir siyaset, kalpleri fesada verdiği gibi, sinirleri gerile gerile asabileşen kimseleri ruhlarını da azap içinde bırakıyor. Aynen, şu sözlerle ifade edildiği gibi: “Evet, bu zamanda siyaset kalpleri ifsad eder ve asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.” 2
Yaşanan vakıalara tam mutabık olan bu ifadeler gayet açıktır: Kalbinin selâmette, ruhunun istirahatte olmasını isteyenler, siyasetten uzak durmalı. Başka türlüsü olmaz. Yani hem siyasetle haşir-neşir olup, hem de huzurlu-selametli bir hayat yaşamak, hele bu zamanda mümkün görünmüyor.
*
Her meslekte olduğu gibi, şüphesiz “ilm-i siyaset”in de kendine göre bazı usûl ve esasları vardır. Bunlara riayet edilmesi halinde, husûle gelmesi muhtemel olan riskler azalır. Zarar-ziyan küçük ölçekte olur.
Diğer mesleklere göre siyaset bu zamanda daha risklidir. Ziyasediyle aldatıcıdır. Yalana çok revaç verdiriyor. Onun için, aldanmamak ve azap içinde kalmamak için, son derece dikkatli konuşmak ve ihtiyatlı gitmek icap ediyor. Aksi hâlde, farklı kulvarda siyaset yapan veya ayrı koridorlarda yürüyen insanlarımız arasında onulmaz yaraların açılmasına sebebiyet verebilirler.
Şu günlerde siyasî atmosferi gerdikçe geren parti yöneticileri ve bilhassa lider kadrosunun kulakları çınlasın.
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, s. 87.
2- Age, s. 88.