Objektif bir nazarla, Necip Fazıl’ı iyi bildiğimi, yakından tanıdığımı tahmin ediyorum. Onu kendine “üstad” kabul eden CB Erdoğan kadar şiirlerini ezbere okuyamıyor olabilirim; ama, onun tarif etmiş olduğu siyasetin mahiyetini yakînen bildiğimden eminim.
Bazı kitaplarını ve gazete yazılarını okudum, çıkarmış olduğu dergileri inceledim; şiirlerini fazla okuyamadım ama kendi sesinden dinledim. Ayrıca, konferanslarda yapmış olduğu konuşmaların ses kaydını da dikkatlice dinlediğimi ifade edeyim.
*
Necip Fazıl (1904-1983), Türk fikir, edebiyat ve siyaset dünyasının en etkili aktörlerinden biridir. Aynı şekilde mısraları etkili, vurucu bir şairdir. 1943’te Şeyh Abdülhakim’e (Üçışık) intisap ettikten sonra “Halkçılar”dan ayrılarak “Büyük Doğucular” diye isimlendirilen “İslâmcı” bir cephenin ön saflarında yerini almıştır. Bu tarihten sonraki hayatının ikinci 40 yılını yine bu cephede geçirerek tamamlamıştır.
Onun diğer bazı özellikleri şöyledir: İman ve itikad cihetiyle iyi bir mücahittir. Fakat, amel ve ibadet ciheti zayıftır. Nitekim, bizzat kendisi de bu husustaki zaafını itiraf etmiştir.
Merhum, aşırı derecede sigara içerdi. Neredeyse elinden düşmezdi. Parmaklarında, bıyıkları üzerinde sigara dumanının rengi kendini belli ediyordu.
*
Bazıları garipseyebilir, hatta bu yazının başlığını da yadırgayabilir; fakat, kesin olarak ifade edelim ki, Necip Fazıl, ülke siyaseti ile çok yakından alâkadar olmuştur. Bu mecrâda haddinden fazla yazı yazmıştır. Dahası, kendince iktidar odaklı kadro yetiştirmiş; hatta, 1950’lerin başlarında yeni bir parti kurma hazırlığı içine girmiş ve bunu fikir plânında ilân etme noktasına kadar gelmiştir.
Ne var ki, onun “iktidar siyaseti” noktasındaki hayalini birer dönem yakınlık kurduğu Erbakan-Türkeş değil, yıllar sonra sahneye çıkan AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan tahakkuk ettirmiştir.
*
Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde tek başına iktidara geldikten sonra, “Solcu-Halkçı” medyanın yanı sıra, “Sağcı-Dindar” cepheden de meşhur olmuş iki mecmuadan şiddetli tenkitlere mâruz kaldı. Şöyle ki: Tam da Fevzi Paşa yönetimindeki Millet Partisi’nin kuruluşuyla (1948) yeniden yayın hayatına başlayan Sebilürreşad ile, ondan çok ileri bir tarafgirlikle DP’yi yıpratmaya yönelen Büyük Doğu mecmuası, söz konusu yıkıcı tenkitlerin başını çekiyordu.
Şimdi, 1 Haziran 1951 tarihli Büyük Doğu mecmuasında çıkan iki yazıdan bahsederek meramımızı anlatmaya çalışalım: Demokrat Parti iktidarının daha birinci yıldönümünde neşredilen bu iki yazıdan biri, DP’nin CHP’den çok daha büyük bir tehlike teşkil ettiği hususu, tam 15 madde hâlinde sıralanıyor.
Diğer yazıda ise, tâ başlıktan “Mukaddesatçı Türk!”e hitap edilerek, iktidara gelmek için yeni bir partinin, “Büyük Doğu Partisi”nin kurulmasının artık şart ve zaruret hâlini aldığı uzun uzun ifade edilmeye çalışılıyor.
Mesela “tehlike” başlığı altındaki bir ifade şöyle: “27 yıl CHP’nin bir eşkıya hâlinde şahsî teşebbüs hakkından kaçırdığı ve tam inhisarlaştırdığı büyük sınaî ve iktisadî teşebbüs sahaları, şimdi (DP iktidarında), onlardan (CHP’den) milyarlarca defa beter bir hizbin elinde; üstelik hürriyet, müsavat, adâlet gibi Mason yaftaları altında bir zümrenin gediği olsun diye çalışılıyor.”
*
Necip Fazıl’ın aynı sayılı mecmuadaki son ifadeleri de şöyle: “…Hikmet ve hakikat böylece tesbit olunduktan sonra son söz şudur: Mukaddesatçı Türk! Dâvâmızın kanun yoluyla vatan çapını tutması için Büyük Doğu Partisinin kurulması, bunun için Büyük Doğu mecmuasının mutlaka gündelik gazete hâline gelmesi, bunun için de senin ona abone olman lâzımdır. Her şeyi Allah’a borçlu olan sen, bana bu borcunu Allah için ver!”
*
Fevzi Paşa’nın âniden ölmesi ve Millet Partisi’nin mahkeme tarafından kapatılması sebebiyle, kurulacak yeni partinin ismi 1 Haziran 1951 tarihli dergide “Büyük Doğu Partisi” şeklinde ilân edildi. Ne var ki, kısa süre sonra Büyük Doğu kadrosundan Cevat Rıfat Atilhan’ın başkanlığındaki yeni siyasî hareketin isminin “İslâm Demokrat Partisi” olması kabul görmüş oldu.
Son söz: Neşriyat ve siyaset yoluyla Demokrat Parti’yi yıkamayacağını anlayan Necip Fazıl, bu kez Başbakan Menderes’ten ısrarla para yardımı talep ediyor. 1960 Darbesine kadar da bu yardımı almaya devam ediyor. Nitekim, Yassıada duruşmalarında bunun da hesabı Menderes’ten soruluyor.