Yetmiş beş sene önce bugün ölen Mareşal Fevzi Çakmak’ın (1876-1950) mahiyetini bilmeyen, bugünkü “Dinci-Türkçü Koalisyon”un mahiyetini, fikrî ve siyasî temellerini de bilemez.
Kur’ân okuduğu ve dindar birisi olduğu bilinen Fevzi Paşa, hayatının son ânına kadar da Kemal Paşa ile İsmet Paşa’nın elinde bir nevi oyuncak gibi yaşayarak gitti bu dünyadan. Kendisi onlardan hem yaşça büyük, hem rütbece yüksek olduğu hâlde, onların âdeta emirber neferi gibi çalıştı.
Onun içindir ki, onu yakından tanıyanların bir kısmı ondan “Kuzu Paşa” diye söz ederken, bazıları da ona “Öküz Paşa” yakıştırmasında bulunmuş.
Kemal Paşa’nın çok kanlı inkılâp hareketlerinin arkasındaki en büyük maddî güç Fevzi Paşa olduğu gibi, 11 Kasım 1938’de İsmet Paşa’nın ikinci reis-i cumhur seçilmesindeki askerî gücün başındaki şahıs yine kendisidir.
«
Paşa, şüphesiz cesur bir askerdi. Savaş meydanında bizzat bulunduğu için mareşalliğe kadar yükseldi. Hem Osmanlı’da, hem Türkiye Cumhuriyetleri döneminde uzun yıllar Genelkurmay Başkanlığı yaptı. Yaş haddinden emekli olup siyasete atıldı. Kendisini Meclis’e sokan Demokratlara ihanet etti. 1948’de DP’yi ortadan ikiye bölerek MP’yi kurdu. MP (Millet Partisi), Fevzi Paşanın şahsında ve fahrî başkanlığında iki siyasî cereyana dayanıyordu: Dincilik ve Türkçülük cereyanı. (Bilerek “dindar” tabirini kullanmıyoruz.)
Doğru analiz edildiğinde, bugünkü siyasî ittifakın Fevzi Paşa’nın kurmuş olduğu MP’ye dayandığı, manifestolarının da Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü olduğu görülecektir.
Gariptir ki, 1937-38’deki katliamlı Dersim Harekâtının başındaki komutan Fevzi Paşa olduğu hâlde, ne Necip Fazıl, ne de Necip Fazıl’ı üstadı olarak kabul eden R. Tayyip Erdoğan, aynı siyasî görüşe sahip oldukları Fevzi Paşa’ya toz konduracak bir beyanatta bulunduklarına hiç şahit olmadık. Bütün suçu İsmet Paşa’ya yükleme kolaycılığına gidiyorlar. Oysa, o hadisenin 2. harekâtında İsmet Paşa devre dışıdır; siyaseten dışlanmış, uzaklaştırılmış durumdaydı. Ama, Fevzi Paşa, baştan sona kadar o dehşetli günahın içindediydi. İsmet Paşa, totalde belki daha günahkârdır; ama, Dersim Faciasında, Fevzi Çakmak’ın vebali onunkinden daha büyüktür. Zira, kurtulan çocukların besleme olarak dağıtılıp asimile edilmesi fikri de Kemal Paşa ile Çakmak’a aittir.
«
Beşinci Şua’da geçen “Serasker” tâbiri ile Fevzi Paşa’nın doğrudan bir bağlantısı olduğunu düşünüyoruz. Bunu muhtelif ortamlarda iddia ettik, zaman zaman yazdık, söyledik; şimdiye kadar kimseden ciddiye alınacak bir itiraz gelmedi.
Peki, Beşinci Şua’da Seraskerden, yani Genelkurmay Başkanından nasıl söz ediliyor? Aynen şu şekilde: “...Süfyanî Deccal, gayet muktedir ve dâhî ve faal ve gösterişi istemeyen ve şahsî olan şan ve şerefe ehemmiyet vermeyen bir sadrazam ve gayet cesur ve iktidarlı ve metin ve cevval ve şöhretperestliğe tenezzül etmeyen bir serasker bulur, onları teshir eder. ”
Bu bahis Osmanlı devrinde, Meşrutiyet zamanında yazıldığı için Başbakan yerinde “sadrâzam” ve Genelkurmay Başkanı yerinde de “serasker” tâbiri kullanılmış. İsmet Paşa 12 sene (1925-37) kesintisiz Sadrâzamlık yaparken, Fevzi Paşa da 22 sene (1922-44) aralıksız şekilde Seraskerlik makamında bulundu.
Bediüzzaman Hazretlerinin Rumuzat-ı Semâniye isimli eserinde, “Dizginleri zındıkların eline verdiği” için, âkıbetinin vahim olduğuna dair bir ifadesi var. Bu sebeple olacak, o öldüğünde “Allah rahmet eylesin” demiyor, daha doğrusu diyemiyor. Saff-ı evvel talebelerinden Mustafa Sungur’un hatıratırasında da bu bahis teyiden geçiyor.