Bugün “Çanakkale Deniz Zaferi”nin yıldönümü. Bundan 110 sene evvel, tarihin gördüğü en dehşetli savaşın zaferle neticelendiği (18 Mart 1915) gündür bugün.
Evet, bir aylık gibi kısa bir zaman içinde en çok silâhların konuştuğu, en çok bombardımanların yapıldığı ve en çok can kaybının yaşandığı bir savaş olması hasebiyle, Çanakkale Boğazı’ndaki harp, dünyada eşsiz bir özelliğe sahip. Tıpkı, şair Mehmet Âkif’in meşhûr “Çanakkale Şehitleri” için yazdığı şiirin başında ifade ettiği gibi:
“Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü-beşi.”
Gelibolu’daki Harp Müzesi’nde, mermilerin havada çarpıştığını gösteren deliller var. O derece şiddetli bir müsademe, o derece dehşetli bir mücadele olmuş taraflar arasında.
Bir ay kadar sürdükten sonra zaferle neticelenen deniz muharebesinin ardından, yeniden kuvvet toplayan müttefik düşmanlar, bu kez kara hareketini başlatarak Gelibolu yarımadasına yüklenirler. Yine Âkif’in ifadesiyle:
“Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya.
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.”
Ne var ki, burada da maksatlarına ulaşamadan geri çekilirler. Tâ ki, “Mondros Mütarekesi” şartları imzalanana kadar…
«
Bu yazının asıl maksadı, Çanakkale Muharebelerine dair bilgileri detaylıca aktarmak yerine, “dünyada eşi-benzeri olmayan” Çanakkale Harbinden daha büyük bir savaş hâli ile milletçe nasıl karşı karşıya geldiğimizi anlatmaktır.
Burada hemen akla gelen bir soru şu olabilir: Bizim için Çanakkale’den daha büyük bir savaş var mı, olabilir mi? Evet vardır ve olabilir; ama, maddî değil, manevî olarak…
İşte, biz de bunu anlatmak ve bu noktayı nazara vermek istiyoruz. Başlayalım.
Peygamber Efendimiz (asm) "En büyük cihadın, nefisle yapılan cihad" olduğuna dair sözleri, hadis-i şerifleri var. Nitekim, Tebük Seferi’nin ardından, Sahabe arkadaşlarına şöyle hitap ettiği rivayet edilir: “Küçük bitti; büyük cihada başlıyoruz.”
Sahabîler, büyük cihadın ne olduğunu sormaları üzerine, Hz. Peygamber (asm): “Büyük cihad, nefsin heva ve hevesine karşı yapılan manevî cihaddır” diye cevap verir. 1
Hz. Bediüzzaman’ın da aynı manaya uygun düşen şöyle bir ifadesi var: “Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekber ile mükelleftir. Ve ahlâk-ı Ahmediye (asm) ile tahallûk ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihyâ ile muvazzaftır.” 2
«
İşte, 18 Mart 1915’te zaferle neticelenen Çanakkale Savaşı’ndan 8-10 yıl sonra birtakım Frengî inkılâplarla öyle bir tahribat yapıldı ki, bizim mahvımıza çalışan düşmanlar bütün kuvvetiyle yüklense idi, manevî cihette yine de bu derece tahribat yapamazdı.
Bilhassa, Mart 1924’ten itibaren tatbik sahasına konan hilâfetin lağvedilmesi, medreselerin kapatılması, sarığın men edilmesi, Kur’ân harflerinin yasaklanması, Muhammedî Ezanın susturulması gibi din dışı icraatler, ecnebîler tarafından sömürgeleştirilmiş ülkelerde ve topluluklarda dahi dayatma yoluyla uygulanamamıştır.
Nitekim, müstemlekeciler, iki yüz sene müddetle iyi yüz milyon Müslümanı sömürgeleri altına aldıkları hâlde, yine de Muhammedî Ezanı yasaklayarak susturamadı ve iki yüz kişiyi dininden çevirip de gayr-ı müslim yapamadı.
Ha, bu demek değildir ki işgal, sömürge düzeni iyi bir şeydir. Sadece tahribatın etki gücüne ve ömrünün uzunluğuna dikkat çekmek için bu kıyaslamayı yapıyoruz. Yoksa, kâfirin kılıcıyla ferah, ferec, sürür istenmez. Evet istenmez; lâkin, münafığın kâfirden eşed, yahi daha dehşetli tahribat yaptığını da unutmamalı.
Nihayet, yakın tarihte ve günümüzde yaşadığımız bütün vukuatlar bize şunu öğretiyor: Manevî cihad, herkes için maddî savaştan daha mühim ve daha büyük bir imtihandır.
Dipnotlar:
1- Beyhaki; ez-Zühd, Beyrut, 1996, 1/165.
2- Dinî Ceride (Volkan), No: 77; 18 Mart 1909. (Garip bir tevafuk: Bu yazı 115 yıl önce 18 Mart’ta çıkmış.)