Hani, “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek (sapı) yaktırır” Sözü var ya… Mart aylarında, ekseriyetle bunu müşahede ederiz. Ama şimdi, Nisan ayında da bunu müşahede edince, ona teşbihen, bu başlığı kullandık.
Birçok kişi, Mart ayının, bahar ayı olmasından dolayı, havaların ısınacağını zanneder, ama çoğu zaman aldanır. Güneş yüzünü göstermeye başlasa da, birden soğuk ve karlı havaların bastırdığını, ömrümüz boyunca görmüşüzdür. Fakat bu geçtiğimiz Mart’ta, biraz yaz havası da gördük. Başta gençler olmak üzere, bazıları, kısa kollu gömlekle gezmeye bile başladı. Ama daha yaz gelmemişti ki… Bu aldatıcı havalara aldanarak kışlık elbiselerini çıkaranlar, ekseriyetle hasta olurlar.
Biz çocukken, bu mevzularda tecrübeli olan rahmetli annem derdi ki; “Yavrum, bu havalara aldanıp da üşütmeyin, daha yaz gelmedi. Kasım 100, ortalık düz. Kasım 150, ortalığın yazı belli” Yani, eski hesaba göre, Kasım günlerinin 100. Günü, Cemrelerin düşmesine yakın günler. 150 Kasım ise, Nisan’ın 5. Gününe tekabül edip, yavaş, yavaş, kış mevsiminden sıyrıldığımız vakitleri ifade ediyordu. Tabiî, esas yaz mevsiminin gelme tarihi de, Kasım 180 olup, 5 Mayıs’a gelinecek ki, ertesi günü Hızır günleri başlayıp (Hıdırellez günü) ile beraber yaza girilmiş olacak. Ki, bu zamanda bile, bazen tam yaza giremiyoruz, o da başka.
Lise zamanlarımızda bir tekerleme vardı. “Kış gününün güneşinden, hocanın gülüşünden kork!” diye. Bu şu demekti: kış mevsimi tam bitmeden, kış güneşine aldanıp kendimizi koyuverir, yazlıklarımızı giyersek hastalanabiliriz. Orta mekteb ve liselerde, umumiyetle, yanlış yapınca, bağırıp, çağıran hocalar mert olur. O şekilde hatayı düzeltmeye çalışır. Ama bazı hocalar da, ses çıkarmaz, güler, lâkin zayıf not vererek talebeleri cezalandırırdı.
Gerçi, meteoroloji, hep hava tahmininde bulunsa da, bunun çoğu tutmuyor. Onlar öyle dediği için hava öyle olmuyor. Ancak irade-i külliye, yani Cenab-ı Hak ne derse, nasıl dilerse, havalar öyle seyrediyor. Kudret-i İlâhî işte, bazen yaz içinde kış, bazen de kış içinde yazı hâlketmesi mümkün oluyor. Yani: “Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı Onun yanında, her şeyin dizgini Onun elindedir. Her şey Onun emriyle hâlledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.” işte, işin aslı, esası bu sözlerin içinde.
Geçenlerde grubumda da paylaşmıştım, videoyu seyreden arkadaşlar hatırlar. Azerî TV hava vaziyeti takdimcisi bir spiker, havanın nasıl olacağını anlattıktan sonra, sözlerini en sonunda şöyle bağlıyordu; “Mennen bu geder ve verdiğim melumatlara da o geder de inanmıyın. (Benden bu kadar ve verdiğim malumatlara da o kadar da inanmayın.) Çünkü yer O’nun göğ O’nun. Allah özü biler, burnunuz girmeyen yere de başınızı sokmayın. (Çünkü yer O’nun gök O’nun, Allah Kendisi bilir. Bilmediğiniz işlere de karışmayın / burnunuzu sokmayın.) Allah’ın meslehetine şükür. Sağ olun salamat galın. (Allah’ın maslahatına şükür. Sağ olun, selâmet kalın.)”
Evet, biraz da, tebessüm ederek seyrettiğim bu videoda da dediği gibi, Allah’ın emri olmadan, bir yaprak bile kımıldamadığı gibi, havaları da tanzim eden O’dur. Bizim çocukluğumuzda, daha ilk mektebi okurken, sınıfımızın duvarlarında mevsimlerle alâkalı bir tablo olurdu. Tabloda “Aralık-Ocak-Şubat-KIŞ. Mart-Nisan-Mayıs-İLKBAHAR. Haziran-Temmuz-Ağustos-YAZ. Eylül-Ekim-Kasım-SONBAHAR” yazar ve umumîyetle de, öyle olurdu. Ama şimdilerde öyle değil. Niye? Çünkü şimdiki insanların ekserîsi bozulmuş vaziyette. Allah’ın emirlerini dinlemeyip, muhalefet ediyor da ondan. Allah da, havayı, insanların vaziyetine göre muhalefet ettiriyor.