"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İhtiyaç ve iştiyak

İhvan Yıldız
16 Nisan 2025, Çarşamba
İhtiyaç, hayatta kalmak için gerekli olan minimum şartları ifade ederken; istek, hayat kalitesini artırmak amaçlı ekstra taleplerdir. İhtiyacın muhtelif dereceleri vardır. ‘Olsa da olur’, ‘olsun’, ‘olması lâzım’ ve ‘olmazsa olmaz’ gibi.

İhtiyacın şiddetlenmiş hâline iştiyak denir. İştiyak bir şeye karşı çok kuvvetli arzuyu ifade eder. Bu arzunun peşinden, ister istemez gidilir. Hatta akla ve ihtiyara muhalif de olsa. İştiyakın da şiddetlenmiş hâli muhabbettir. Muhabbetin şiddetlenmiş hâli aşk ve aşkın şiddetlenmiş hâli incizab [bir şeyin câzibesiyle çekilme.] Meselâ, bir insan Cenab-ı Hakkın bir ikramı olan Risale-i Nur’daki Kur’ân ve iman hakikatlerine meyleder, okumaya başlar. Okudukça ihtiyaç hissetmeye başlar. İhtiyaç hissettikçe mevzuları araştırır, mevzular arasında muhakeme yapar, mevzuyla alâkalı sualler sorar. Sonra, iştiyak hâlini alır. İştiyaktan muhabbete sonra aşk derecesine sonra cazibe hâline gelir. Cazibe hâline gelince, artık onu bırakamaz, ondan vazgeçemez. 

Bir şeye ilgi duyulması, değer verilmesi ve yönelmesi o şeye olan ihtiyaçtan dolayıdır: “Umûr-u mukarreredendir [kesin hükümlerdendir] ki; efkâr-ı âmmenin bir şeye verdiği mükâfat, gösterdiği rağbet ve teveccüh ekseriya o şeyin kemaline nisbeten değildir, belki ona derece-i ihtiyaç [ihtiyaç derecesindeki] nisbetindedir. Bir saatçinin bir allâmeden ziyade ücret alması bunu teyid eder.”1 

Bir şeyin değeri ve kemali, ilgi ve teveccühle ölçülmez. Çok değerli ve kıymetli şeyler var ki insanlar bu değerli ve kıymetli şeylere ihtiyaç duymadığından ilgi göstermeyebiliyor. 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri İslâm cemaatlerinin Kur’ân'a, gerekli rağbeti tam göstermeyip mübarek derecesinde kalmasını şöyle izah eder: “Eğer cemaat-i İslâmiyenin hâcât-ı zaruriye-i diniyesi bizzât Kur’ân’a müteveccih olsa idi, o Kitab-ı Mübin, milyonlarca kitaplara taksim olunan rağbetten daha şedid bir rağbete, ihtiyaç neticesi olan bir teveccühe mazhar olur. Ve bu suretle nüfus üzerinde bütün manasıyla hâkim ve nafiz olurdu. Yalnız tilavetiyle teberrük olunan bir mübarek derecesinde kalmazdı.”2 Dolayısıyla ilgiyle ihtiyaç arasında doğru bir orantı bulunur. İhtiyaç arttıkça ilgi de artar, ihtiyaç azaldıkça ilgi de azalır. 

Temelde bu ilgisizlik ilim ve iman zaafiyetinden kaynaklanmaktadır. Zaten asrımızın en büyük manevî hastalığı iman zaafiyetidir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Eski Said dönemindeyken, “Milletin kalp hastalığı zaaf-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir”3 der. Yine iman zaafiyetiyle iligi olarak: “Zaaf-ı imandan gelen tuğyan, ekserî musibet-i âmmeyi celbettiği”4 ni ifade eder. 

Çok imkânlara sahip olunduğu hâlde, ne yazık ki ahlâklı ve dindar bir nesil yetiştiği veya yetiştirildiği söylenemez. Bu mevzuyla alakalı olarak da 1940’’larda telif etmiş olduğu bir mektupta: “Eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an'anat-ı milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiği hâlde; elli sene sonra, yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi'”5 olan bir nesilden bahseder. 

Nefs-i emmareye tâbi' olanlar zamanla iman hakikatlerinden uzaklaşır ve onlara karşı lakayt kalarak ahireti unuturlar. Hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksat yaparlar ve daima ona çalışırlar. Helal-haram demeden nefsin hazlarını tatminde, vakti zayi ederler. 

Dünya için ahireti unutmayan bahtiyardır. Zira, “Dünya madem fânîdir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem “Allah bir kimseye gücünün yettiğinden başka sorumluluk yüklemez.” (Bakara Suresi: 286) sırrınca teklif-i mâlâyutak [güç yetmeyen teklif] yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki dünya için ahireti unutmasın, ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malâyani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”6 

Hakikatleri anlamada akıl ve mantık bir araçtır. Bunlar maddeci felsefenin elinde inkâra vesile olurken vahyin ışığında ve terbiyesinde imana ve ibadete vesile olabilmektedir. Dolayısıyla “Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devamla olur.”7 

Hizmete ciddî devam da faaliyet ve hareketle olur. Zaten maddî ve manevî hayatımız, faaliyet ve hareket üzerine inşa edilmiştir. Yerinde duran mesafe kat edemez, terakkî içine giremez. Gevşeklik, atalet ve durağanlık insanı gaflete sokar. 

İnsanı gafletten kurtarıp çalışmaya, araştırmaya, keşfetmeye sevk ve teşvik eden asıl sebep, onun maddî ve manevî ihtiyaçlarıdır.  Kezalik “İhtiyaç her işin üstadıdır.”8 İhtiyaç olmazsa, insan ne çalışır ne öğrenir ne araştırır ne de keşfetme ihtiyacı duyar.

Beşerin en büyük davası ve en mühim meselesi, imanla kabre girip girmeme meselesidir. Zira “Herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla [saraylar] müzeyyen [süslü] ve bâkî ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor... Acaba bu kaybettiği davanın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?”9

İmanla kabre girmeye vesile olacak ve bu büyük davayı insana kazandıracak vesilelere himmetini sarf etmek aklın gereğidir. “Siz kat’î biliniz ki, Risale-i Nur ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rûy-i zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür.”10 

Hasılı kelam; “Risale-i Nur’un hizmet ettiği hakaik-i imaniye her şeyin fevkinde olduğu gibi, bu zamanda her şeyden ziyade onlara ihtiyaç var.”11 Zira tok olan yemek yeme ihtiyacı hissetmez. Yemek aç olana verilir. Bu büyük davayı kazandıracak vazifeye karşı bigane veya lakayt kalmak akıl kârı değildir. Aksine açlığını yani derece-i ihtiyacını tam hissederek himmetini ve gayretini bu uğurda sarf etmek gerektir ve elzemdir.

Dipnotlar:  

 1- Risale-i Nur, Sünûhat. 

 2- Risale-i Nur, a.g.e. 

 3- Risale-i Nur, Divan-ı Harbi Örfî.

 4- Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Parlak fıkralar.

 5- Emirdağ Lâhikası-1, Mektup No: 7.

 6- Mektubat, 16. Mektub, 5. Mesele.

 7- Kastamonu Lâhikası, Mektub No: 118.

 8- Risale-i Nur, Sünûhat.

 9- Şualar, 11. Şua, 4. Mesele.

 10- Emirdağ Lâhikası-1, Mektup No: 21.

 11- Kastamonu Lâhikası, Mektup No: 140.

Okunma Sayısı: 355
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı