Risale-i Nur Külliyatından öğrendiğimiz kadarıyla: İnsan, Allah’ın kudret mucizesi ve antika bir sanat eseridir. Aynı zamanda kâinatın bir misâl-i musağğarıdır. Mahiyeti ulvîdir, kıymeti yüksektir.
Allah, insanın duygularına ve hislerine sayısız kabiliyetler vermiş. Aynı zamanda fıtraten bir had bırakmamış, fıtrî bir kayıt koymamış, serbest bırakmış. Ta ki sonsuz esmânın cilvelerine mazhar olsun.
İnsandaki nefis, his, heves ve vehim akıbeti düşünmediği ve hazır lezzete müptela olduğu için tedenniyat veçhesinde dehşetli bir hâl kesb ettirebiliyor. Mesela “Ene [ben] ve enaniyetin [benlik] eşkâl-i habîsesi [pis ve çirkin şekilleri] olan hodgâmlık, hodbinlik [bencillik], hodendişlik [kendini düşünen], gurur ve inat o meyle inzimam etse, öyle ekberü’l-kebâiri icad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış.”1
İnsandaki ene ve enaniyet farazî ve vehmî bir sahiplenme ve kabullenme duygusudur. Yani hakikatte olmadığı hâlde var gibi düşünülen bir sahiplenme bir kabullenme duygusu. Misal “benim gözüm”, “benim kulağım”, “benim ailem” ve “benim çocuğum” demesi gibi. Buradaki “benim” ifadesi enedir. Halbuki hakikat noktasından ne göz ne kulak ne aile ve ne de çocuk insanın değildir. Hepsinin gerçek sahibi Allah’tır.
Allah, insana ene ve enaniyeti, isim ve sıfatlarını idrak etmek ve kıyas yapmak için vermiştir. İnsandaki cüz’î ilim, cüz’î kudret, cüz’î irade, cüz’î sahiplenme ve duygularının hepsi Allah’ın isim ve sıfatlarına açılan bir pencere gibidir. Bu pencerelerle insan, Allah’ın isim ve sıfatlarını idrak eder.
Aksi takdirde insan ene ve enaniyetini nefsin heva ve hevesinde istimal ederse, cehennemi iktiza edecek amellerle tedenniyata mazhar olmuş olur. Nitekim nefis ve benliğini ilah edinen; Firavun, Şeddat, Nemrut, İslâm deccalı olan Süfyan gibi şahsiyetlerin işlediği günah ve cinayetleri ancak cehennem cezalandırabilir.
Şahıslardaki bu dehşetli zulüm kabiliyetine karşı, tavr-ı hareketimiz şöyle olmalıdır:
Evvelâ: Bir şahıs çok evsafa (vasıflara) câmidir. Bu çok vasıflar içindeki düşmanlık yapan bir vasıf bir sıfat yüzünden o şahsa düşmanlık yapmamak gerekir. Çünkü “‘Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.’2 ayetlerindeki İlâhî kanun iktiza eder ki, düşmanlık sadece o sıfata has olmalı, sair masum vasıflar toplamı olan şahsa yalnız acımalıyız. Risale-i Nur külliyatında ise: “Bir mü’minde bulunan câni bir sıfat yüzünden, sair masum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adavet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğu”3 ifade ediliyor.
Samimi bir Müslüman ve hakiki bir mü’min fenalığı yapan birini gördüğünde ondan kaçmak yerine onun ıslahına çalışarak düzelmesine yardımcı olmalıdır, ki iman kardeşliği de bunu iktiza eder. Bu mesele Risale-i Nur Külliyatında şöyle ifade edilir: “Asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadakatin şe’nidir.”4
Fena kimseleri dışlayarak toplumdan soyutlamak yerine lütuf ve şefkatle terbiye ve ıslah etmeye çalışmak güzel bir yoldur. Zira: “Mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır.”5
Bu sebepledir ki Üstad: “İnsanda hissiyat galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı ileride gayet büyük bir mükâfata tercih eder.”6 diye ifade emiştir.
Şayet her cani vasıf, şahsı da canî yapmış olsa idi, yer yüzünde peygamberlerden ve bazı özel kişilerden başka masum ve temiz insan olamazdı.
Allah, fıtratımızdaki bu dehşetli zulüm kabiliyetini, istikamette kullanmayı nasip etsin. İnşallah.
Dipnotlar:
1-Sünûhat Risalesi
2- En’âm Suresi: 164; İsrâ Suresi:15; Fâtır Suresi: 18; Zümer Suresi: 39.
3- Mektubat, 22. Mektup, 3.Vecih
4- Şualar,13. Şua.
5- Mektubat, 22. Mektup.
6- Lem’alar, 13. Lem’a, 7. İşaret.