"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Aynı zaman iki şahsa nasıl farklı tecelli eder?

İhvan Yıldız
21 Kasım 2024, Perşembe
Mevzumuzun başlığını teşkil eden cümle, Risale-i Nur Külliyatı’nın Sözler eserinin Otuz Birinci Sözü’nde şöyle geçmektedir:

“On dakika yatsan, bazı olur ki bir sene kadar hâlâta maruz olursun. Hatta bir dakikada, insan, gördüğü rüyayı, onun içinde işittiği sözleri, söylediği kelimatı toplansa, uyanık âleminde bir gün, belki daha fazla zaman lâzımdır. Demek oluyor ki, bir zaman-ı vahid, iki şahsa nisbeten, birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne geçer.”1

Uyku, Rabbimiz tarafından bizlere bir dinlenme vasıtası kılınmıştır. Uykudayken, gün boyu çalışan bütün organlar ve azalar; başta beyin, göz, kulak, el, ayak, kemikler, kaslar, sinirler, damarlar, kalb olmak üzere istirahata çekilip dinlenirler.

Bu dinlenme esnasında ruhun cesetle irtibatı belli bir ölçüde kesilir. Yani bu durum bir başka deyişle uykuda ruhun bedenimizi devre dışı bırakması ve uyanık hâlimize göre ruhun daha hür olmasıdır.

Ceset ruhun hanesi ve yuvasıdır. Uykudayken ruh bedenden tamamen ayrılmaz. Ayrılsa yuvadan çıkan ruh, beden-i misalîsini giyip yuvasına geri dönmeyeceğiden ölüm geçekleşmiş olurdu. Uykuda iken ölmediğimize ve küçük bir uyarıcı ile uyanabildiğimize göre, ruhumuz bedenimizde olup uyarıcılara karşı duyarlı konumdadır.

İnsanın cismi bu dünyanın şartlarındaki bir zamana tâbi olurken, ruh, akıl, hayal ve kalb gibi hayat tarzları cisimden çok farklı bir zaman diliminde yaşayabilmektedir.

Zaman hayat tarzına bağlı olarak daralıp genişleyebilmektedir Şöyle ki: “Şu dünyada zamanın fenâ ve zeval-i eşyadaki tesiratı gayet muhteliftir. Ve mevcudat ise, mütedahil daireler gibi birbiri içinde iken, hükümleri zeval noktasında ayrı ayrı oluyor. Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zâhiren birbirine benzer, fakat süratte birbirine muhaliftir. Öyle de, insandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir.”2

Buradan hareketle, şayet insan cisim ve beden hayatından, ruh, akıl ve kalb hayatına çıkabilse zaman denilen kavram da o derece değişecektir.

“Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.”3 Göz dahil diğer organlar istirahate çekilip dinlenirken beden pasif, ruh aktif konuma geçer.

Tam nuranî olan ruh, o esnada farklı âlemlere giderek olay ve hadiseleri müşahede edip, haberler getirir. Maziye gider, istikbale geçer, âlem-i misale girer. Âlem-i berzaha gider hatta ölmüş olan bir yakını ile görüşür, onun hâlini anlar, olacak şeylerden bazılarını (bir kısım mukadderatı) görür, üzülür veya sevinir. Bu gezinti esnasında ruhun o  âlemlerde gördüklerini beyne aktarmasından sonra hafızada kalanlara biz rüya diyoruz.

Diğer duygu, hasse ve latifeler de ruh gibi tayeran ederek farklı âlemlerde; olay ve hadiseleri müşahede edip, haberler getirmektedir. Bu müşahedeler neticesinde ruha benzer hâletler bunlarda da gerçekleşmektedir. Mesela; “Hayat-ı insaniye tabakasına çıkan hayat, aklın nuruyla âlemleri gezmiş olur. Âlem-i cismanîde tasarruf ettiği gibi, âlem-i ruhanîde gezer, âlem-i misale seyahat eder. Kendisi o âlemleri ziyarete gittiği gibi, o âlemler de, onun ruhunun aynasında temessül etmekle iade-i ziyaret etmiş gibi olurlar.”4

Cesetteki organ ve azaların hayatları, tedbir ve terbiyesi ruh ile devam ettirilmektedir. Bütün bedenin azalarını birbirinin yardımına ve imdadına gönderip, hiçbir azanın ve hücrenin tedbirini ve işini ihmal etmeyen yine ruhtur.

“İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki, bütün azasını ve eczasını birbirine yardım ettirir… onların idaresinde, onların manevî seslerini hissetmesinde ve hâcâtlarını görmesinde birbirine mâni olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak, yakın, bir hükmünde; birbirine perde olmaz. İsterse çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hatta, çok nuraniyet kesb etmişse, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir.”5

İnsan ruh derecesinde bir hayat yaşamaya başlarsa zaman da o ölçüde farklılaşacaktır. Yani, “zaman açılması” meydana gelecektir.

Bir ferdin zâhirî ve bâtınî duyguları, hasseleri, organları ve azaları yaşadığı, karşılaştığı olay ve hâdiseler karşısında farklı farklı neticeler verdiği, bu neticeler karşısında ferdin zaman açısından farklı farklı hâletler yaşadığı herkesçe malum.

Elhasıl: İnsanın şuuru, ruhu, hissi ve diğer manevî melekeleri nuraniyet kesb etmesi nisbetinde, zamanın mahiyeti üzerinde tasarrufu farklı olacaktır.

Bir zaman-ı vahid her ferdde farklılık arz edecektir. Allahu a’lem. Selam ve dua ile…

Dipnotlar: 

1-Sözler, 31. Söz.

2-Lem’alar, 3. Lem’a.

3-Sözler, 6. Söz.

4-İşârâtü’l-İ’caz, s. 267-268.

5-Sözler, 33. Söz, 31. Pencere.

Okunma Sayısı: 977
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Said Yüksekdağ

    21.11.2024 15:21:41

    Nahit abi âzâ da olur lâkin a'zâ olsaydı daha güzel olurdu 😊

  • Nahit Topaloğlu

    21.11.2024 02:12:26

    İhsan kardeşim, Şapka gerektiren diğer kelimelerde gösterdiğiniz hassasiyeti "azalar" sözünde de gösterseydiniz çok iyi olacaktı. âzâlar azmak: "azayım, azasın. aza, azalım, azasınız, azalar"

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı