Mizaç, kelime olarak fıtrat, yaradılış, tabiat, huy, karakter, kişilik gibi anlamlara geliyor.
Mânâ itibarı ile mizaç, kişinin fıtratına derç edilen tutum, his ve heyecan yönünü gösteren hasletlerin yanı sıra anne-baba, aile ortamı ve sosyal hayat gibi sonradan çeşitli vesilelerle müspet veya menfî değer yargılarıyla oluşmuş veya oluşan, uğrunda çaba gösterilen davranış biçimleridir.
Her insanın umumî manada yaratılışı aynı iken mizaçları, hususî istidatları, meyilleri farklıdır ve kişiye hastır. Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin ifadesiyle “İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acip ve lâtif bir mizaç ile yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir.”1
Meyillerin ve arzuların çeşitliliği her bir insanda farklı farklı şahsiyetleri de intac eder. Misal, her bir fertte vazife, ubudiyet ve zât itibariyle üç şahsiyet bulunur. Bu şahsiyetlerin ahlâkı ve âsârı bazan birbirine muhalif olabilir. Çalıştığı ortamdaki şahsiyeti ile evindeki şahsiyeti veya ubudiyetteki şahsiyeti ile diğer şahsiyetleri aynı olmaz.
Davranışları doğrudan etkileyen şahsî hasletlerden halim-selim, sâkin, nazik, yumuşak, neşeli, hareketli, öfkeli, inatçı gibi hallere de mizaç denmektedir. Bunlar günlük hayatta kişiye has duygusal tepkiler olup sıkça kullandığımız tabirle “onun tarzı” ifadesinin karşılığıdır.
Kişiye has duygusal tepkilerin Allah’ın isimlerinin tenevvüünden ve farklı farklı tecelli etmesinden kaynaklandığını söyleyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri “İnsan bütün esmâya mazhardır; fakat kâinatın tenevvüünü ve melâikenin ihtilâf-ı ibâdâtını intâc eden tenevvü-ü esmâ, insanların dahi bir derece tenevvüüne sebep olmuştur.
Enbiyânın ayrı ayrı şeriatları, evliyânın başka başka tarîkatleri, asfiyânın çeşit çeşit meşrebleri şu sırdan neşet etmiştir. Meselâ İsâ Aleyhisselâm; sâir esmâ ile beraber Kadîr ismi onda daha gàliptir. Ehl-i aşkta Vedûd ismi ve ehl-i tefekkürde Hakîm ismi daha ziyâde hâkimdir.”2 der.
Duygusal tepkilerde hangi esma veya esmanın tecellisi kişide baskın ise ona göre neticede farklı olacaktır.
Hem “İnsan, çendan bütün esmâya mazhar ve bütün kemâlâta müstaiddir; lâkin, iktidarı cüzî, ihtiyârı cüzî, istidadı muhtelif, arzuları mütefâvit olduğu halde, binler perdeler, berzahlar içinde hakikati taharrî eder. Onun için, hakikatin keşfinde ve hakkın şuhudunda berzahlar ortaya düşüyor. Bazıları berzahtan geçemiyorlar. Kabiliyetler başka başka oluyor. Bâzıların kabiliyeti bâzı erkân-ı imaniyenin inkişafına menşe’ olamıyor. Hem, esmânın cilvelerinin renkleri, mazhara göre tenevvü’ ediyor, ayrı ayrı oluyor. Bâzı mazhar olan zât, bir ismin tam cilvesine medâr olamıyor.
Hem, külliyet ve cüz’iyet ve zılliyet ve asliyet itibâriyle, cilve-i esmâ, başka başka suret alıyor. Bazı istidad cüz’iyetten geçemiyor ve gölgeden çıkamıyor. Ve istidada göre, bazen bir isim gàlip oluyor, yalnız kendi hükmünü icrâ ediyor, o istidadda onun hükmü hükümran oluyor.”3
İnsanlar kendi kişilikleriyle olduğu kadar, arkadaşlık ve dostluk, kurduğu aynı düşünceyi ve inancı paylaştığı şahıslarla hatta varlıklarla imtizaç ederek onlarla aynı veya benzer davranışları sergilemektedir.
Bu davranışlar günümüzde kalıtımsal, psikolojik, sosyolojik ve gelişim süreçlerine göre farklı kategori ve özelliklerle ayırt edilebilmekte.
Mizaçların hastalığına göre tedavilerinin de değiştiğini belirten Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle der: “Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır.
Şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su ilâçtır; tıbben vâciptir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine ne zarardır,ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüt etti. Beşi de haktır.”4
—Devam Edecek—
Dipnotlar:
1. İşârâtü’l-İ’caz, İbadetin hakikati.
2. Sözler, 24. söz, 1. Dal.
3. Age.
4. Sözler, 27. Söz,’ün hatimesi.