Federal Almanya’nın 40 yıllık siyasetçisi Claudia Roth ilk kez 80’lerde Caretta Carettalar için geldiği Türkiye’ye bu sefer Ekrem İmamoğlu ile başlayan 19 Mart süreci için gelmiş ve T24’ten Cansu Çamlıbel’e bir röportaj vermiş.
Röportajın bazı yönleri bilhassa bizim AB üyeliği süreci konusundaki takipçiliğimiz açısından özellikle önemli ve dikkat çekici.
Yakında iktidarı yeni kurulan koalisyona terk edecek olan Yeşillerin liderlerinden Roth, 19 Mart süreci öncesinde Türkiye’nin AB üyelik süreci müzakerelerinin canlanması için neredeyse bütün şartların hazır olduğunu söylüyor.
Gerçekten bilhassa yeni çözüm süreci meselesi ile birlikte Türkiye’nin önünde pratik ve zamana bağlı bir mesele kalmıyor gibiydi. (Roth iktidarın bu yeni süreci muhalefeti bölmek için planladığına inanıyor.).
Geri kalan tek(!) mesele adalet ve demokratikleşme ve ideolojiden uzak devlet anlayışının yerleşmesine dair başlıklar idi.
Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Alman mevkidaşı ile sık yaptığı görüşmeler de bunu doğruluyor gibiymiş.
Ancak “bir el” 19 Mart sürecini tetikleyip arayı yeniden açmış.
O “delik el”i bilen biliyor. Tarih de yazacak.
Roth’un şu cümlesi de cevaptır: “Türk yargısı bağımsız olduğunu kanıtlamak istiyorsa işe AİHM kararlarını uygulayarak başlayabilir.”
Hıristiyan Demokratların Türkiye için “üyelik yerine imtiyazlı ortaklık” teklifini reddettiği ve AB’nin Türkiye ile ilişkilerinde ilkeli durması gerektiğini söylediği için kendi ülkesinde eleştirilerden kurtulamamış ve fakat öbür taraftan kendi doğrularını söylediği için Türkiye’de de hâkim siyasetten “PKK taraftarı” damgası yemiş bir siyasetçi olan Roth’un şu şekilde özetlenmiş “özeleştiri”si bizim için çok kıymetli:
“Otoriter eğilimler Türkiye’yi zayıflattı, Türkiye’yi zayıflatan kendi hükümetinin eylem ve kararları. Erdoğan demokrasi söylemini benim gibi romantik Avrupalıları kandırmak için kullandı, şimdi bunu görüyorum ve saf olduğumu fark ediyorum. Umarım zenginler de İstanbul’un seçilmiş belediye başkanını bu şekilde hapsetmenin ne kadar pahalıya patladığının farkına varırlar.”
“Türkiye’yi zayıflattı” sözlerine elbette katılmıyoruz. Katılırsak kanunlarda olmayan bir suçu işlemiş olabiliriz. Türkiye güçlüdür ve güçlenmeye devam ediyor. Gerçi “bir ülkenin gücünü pasaportunun itibarı gösterir” fehvasınca amel edilip dünyadaki sınır kapılarında pasaportumuzun pratik değerine bakılacak olursa durum pek de liderlerimizin dediği gibi değil, ama liderlik ne diyorsa doğrudur. (Bu bizim “şahsî” değil “resmî görüşümüz”!).
Bizim için Roth’un “romantik Avrupalılar” tarifi ve tasnifi de çok önemli değil. Avrupa romantizminin iki dünya savaşında ve öncesinde yüz yıllarca klasikçe birbirini yemiş Avrupalıların AB gibi romantik bir müzakere kültürüne ulaşmalarına katkı yaptığını biliyor ve mutlu ve umutlu oluyoruz.
Asıl mesele şu: “Erdoğan demokrasi söylemini benim gibi romantik Avrupalıları kandırmak için kullandı.”
Sayın Roth’a şunu söyleyelim: Yalnız değilsiniz. Kandırılan çok. “Kandırılıyorsunuz galiba, dikkat edin” diyen de pek olmamış.
Yeni Asya bu konuda bir istisna. O kandırılanlar, Yeni Asya’nın yıllardan bu yana ne dediğini sadece bugün değil yıllardır dinleseydi gelinen nokta böyle olur muydu? (Bu sebeple Avrupa siyasetçisine Yeni Asya’yı daha fazla okutmanın çaresini bulmak lazım.).
Asıl mesaj şu cümlede: “Ona inanmak istedim çünkü birçok sorunun iktidardaki Kemalistlerin tavrı yüzünden çözülemediğini biliyordum. Kürt sorunu da bunlardan biriydi.”
Bu cümle, en çok, “CHP’nin iktidara Kemalizm’le yürütmeye çalışması gerekir” diyen eski tüfek Atatürkçülere ne diyeceğini bilemeyen yeni Genel Başkan Özgür Özel’e ders niteliğinde.
Ve Roth’un şu cümlesi de bu tesbitimizi tamamlıyor: “Ancak Türkiye’de ne olursa olsun, Avrupa hükümetleri ve Avrupa Birliği’nin bu kadar sessiz olmaması gerektiğine inanıyorum. Türkiye’deki demokratların yanında olduğumuzu açıkça ortaya koymalıyız.”
Biz soralım: Türkiye’de demokratlar kimlerdir? İdeoloji taraftarı gerçek Kemalist’ten ve romantikliği meslek edinmiş hakikî Atatürkçüden demokrat olur mu?
Cevabı da Roth versin.