Her devrin kendine has öne çıkan tesirli bir çağrısı, mesajı, hitabı var. Misâl: Ey oğul! Ey kardeş! Gel! Gör! Bak! Dinle! Söyle! Sor! Korkma! Kopma! Gitme! Çekinme! İlerle! Vesaire…
Bir de, kıyamete kadar bütün devirlerde hükmünü icrâ ve ispat eden bir çağrı var: Oku!
Evet, Kurân’ın ilk emri, ilk vahiy, gelen ilk İlâhî mesaj “İkra!”, yani “Oku!” şeklindeki Rabbimizin emr-i İlâhisi olmuştur. Bu emir, belli bir zamanın kalıbına sığmaz. Bunun gibi Kurân’ın diğer bütün emir ve nehiyleri mu’cizevî olduğu için, mâziden, hâlden, kıyamete kadar tazeliğini ve tesir gücünü korumuş ve korumaya devam edecektir.
«
Şimdi başta zikrettiğimiz diğer mesajlardan üç-dört tanesine daha örnekleme yaparak, esas konumuz olan “Ey kardeş, kopma!” nidâsına-hitabına bir miktar tahşidat yapmaya çalışalım.
İmam-ı Gazalî (Milâdî 1100’lü yıllar), nasihat yüklü eserlerinde çokça “Yâ eyyühel-veled!”, yani “Ey oğul-Ey evlât!” hitabını kullanır. Şeyh Edebali (1206-1326) de öyle… Bu zâtların eserlerini mütalâa edenler de “Ey oğul!” hitabından hiç gocunmadan okuyup istifade ederlerdi.
Mevlâna Celâleddin-i Rûmî (1200’lü yıllar) zamanında, Anadolu, vahşî-gaddar Moğolların işgal ve istilâsı altındaydı. Halkın üzerinde dehşet veren bir korku ve karamsarlık havası hâkim olmuş durumdaydı. Hz. Mevlâna, Farsça “Bâzâ, bâzâ!”, yani “Gel, gel!” diye nidâ ederek, hizmet ettiği dergâhın kapısını herkes için açık tuttuğunu duyurmaya çalıştı. Böylelikle, yaşadığı devrin insanlarını ye’isten, ümitsizlikten kurtarmaya vesile oldu.
Şair Mehmet Âkif (1900’lü yılların başları), Türkiye topraklarının yedi düvel tarafından işgal ve istilâ edildiği bir devirde, İstiklâl Mücadelesinin zafere ulaşması için şevk ve heyecan yüklü mısralarla hitap ederek halka ümit aşılamaya çalıştı. Nihayet, orduya ve bu vatanın kahraman evlâtlarına hediye ettiği İstiklâl Marşı şiirine “Korkma!” hitabı ile başladı. “Millî Marş” olarak da okunan bu şiir, yüz yılı aşkın süredir aynı coşku ile okunmaya devam ediyor.
«
Gelelim, Bediüzzaman Said Nursî’in dilinde ve eserleri olan Risale-i Nur’da öne çıkan çağrı ve mesajlara, yahut tekerrür eden nidâ ve hitaplara.
Üstad Bediüzzaman’ın İhlâs ve Uhuvvet gibi risalelerinde ve neredeyse bütün lâhikalarda öne çıkan hitap “kardeş” tâbiri ile bağlantılıdır. İmam-ı Gazalî’de “Ey oğul!” şeklinde tekerrür eden hitap Hz. Bediüzzaman’da “Ey kardeş!” tarzında görünüyor. Misâl: Aziz, sıddık kardeşlerim! Ey âhiret kardeşlerim! Ey fedakâr, vefakâr, sâdık, sebatkâr kardeşlerim!
Evet, “kardeş” tabirinin içinde yer aldığı bu tarz hitaplar, hiç abartısız yüzlerce, binlercedir.
Bununla beraber, Hz. Bediüzzaman “kardeşim” diye hitap ettiği bütün talebelerinin arasında makam-mevki farkı gözetmeksizin, hepsinin bir çizgi üzerinde omuz omuza durmaları, düstûrlara riayet etmeleri, birbirinden kopmamaları, ittifak ve tesanüt içinde kalmaları, Nur’un şahs-ı manevisi dairesi içinde meşveret ve şûra ile hizmetlerini idame ettirmeleri tavsiyesinde bulunmuştur.
Kezâ, bırakın tefrik ve inşikak ile birbirinden kopmaları, aralarında bir nizâ, bir soğukluk girdiğini hissettiğinde, dizlerine vuracak kadar üzülüp teessür içinde kaldığını, ilgili bütün söz ve beyanlarında görebiliyor ve okuyabiliyoruz.
Demek ki, beraberce hizmet ettiği talebelerine gerek hitab ederken ve gerekse onların ileriki hizmetine dair söz söylerken, en ziyade “Kardeşlerinin tam bir ittifak ve tesanüd içinde kalarak hizmet etmeleri” yönündeki tembih, irşat, nasihat ve tavsiyeleri öne çıkıyor.
Hz. Bediüzzaman’ın mühim bir tavsiyesi de “Türk kardeşler”ine yöneliktir. Türk gençlerinin milliyet damarını tahrik ederek onları İslâmiyetten soğutma çabasına mukabil, Mektubat’ın 26. Mektup bölümünde şöyle hitap ediyor: “Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş [kaynaşmış]; ondan kabil-i tefrik [ayrılması mümkün] değil. Tefrik etsen [ayrılsan], mahvsın.”
Esasında, başta Türk unsuru olmak üzere, İslâm kardeşliğinden, din-iman kardeşliğinden kim kopup ayrılsa, evvelâ ve bizzat kendisi mahvolur.
Onun için, biz de diyoruz ki: Ey kardeş! Sakın ha kopma! Yoksa, mahvolur gidersin.