"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Gündemi paylaşmaktan mı, payımıza düşenden mi mesulüz?

Zeynep ÇAKIR
22 Nisan 2025, Salı
İstanbul’a döndüm. Evimi özlemişim. Bu tabir çok tuhaf gelebilir. Zira Yalova da evim. Ama asıl olan İstanbul oluyor, aidiyet hissi daha ağır basıyor.

Her ne kadar İstanbul’da olsam da aklım Yalova’da.  Babamı ve kardeşimi düşünüyorum. Babam her dönüşümüzde çok mahzun oluyor, boynu bükülüyor. “Gel” diyoruz gelemiyor. Değişiklik istiyor, ama yaşlılık o da evinden kopamıyor.

Bu bölünmüşlük canımı sıkıyor. Çözümü oraya taşınmak ya da babamı devamlı bizde kalmaya ikna etmek. Her ikisini de yapamayınca biraz Yalova biraz İstanbul’da derken hayat akıp geçiyor. 

Bayram ve sonrası iki vefat haberi ile üzüldük. Köyümüzün iki değerli insanı bir hafta ara ile ahirete göç eyledi. Zaman; size ait olan şeyleri bazen sessiz, bazen tokmak gibi vurarak alıp götürüyor. Yaşlanmak demek; daha çok vefata şahit olmak, sarsılmak üzülmek, etrafının hep azalması demek. Dünyanın albenisi cilâsı her geçen gün daha bir soluyor gözümde. 

“Ahiret inancı olmayan ne yapıyor?” diyorum her seferinde. Kadere teslim olmayan ne hâlde? 

Mutluluk denilen şey, huzur, teselli,kanaat, rıza ancak inançla mümkün. Dünya bizi üstünden atmaya çalışırken devekuşu misali akıbeti görmemek için başımızı kuma gömmek olmaz, ama akıbeti görüyorum diye yasa teessüre gark olmak da abes.

“Hoştur bana senden gelen,

“Ya hil’at-ü yahut kefen,

“Ya taze gül yahut diken,

“Kahrın da hoş lütfun da hoş.

“Gerek ağlat gerek güldür,

“Gerek yaşat, gerek öldür

“Âşık Yunus sana kuldur”

“Kahrın da hoş lütfun da hoş”  demeli Yunus gibi.

Ölümün hayat kadar sıradan olduğu Gazze’nin hâlinden, herkesin adaleti kendine istediği iç çekişmelerden, kimin hangi tarafta olduğunu kollama avcılığından, bitmek tükenmek bilmeyen ve tehlikeli hâl alan siz biz ayrımcılıklarından, haksızlığa uğrayanların feryadına kulak tıkayanlardan, işlerine geldiginde en âlâ siyaseti yapıp, gelmediğinde dervişane tavır takınıp etliye sütlüye bulaşmayanlardan, iki yüzlülüğün artık normalleşmesinden, mağduriyetlerin etiketine göre mevzi almaktan, bütün bu kördüğümlerden ve kördöğüşünden usandım.

Can sıkıcı bunca hadise içinde mutlu olmak istemek bencillik mi diye sorguluyorum kendimi. Yine Gazze geliyor aklıma. Çocuğunu bombalar altında yine de mutlu etmek isteyen annenin bir tabak içinde tatlı ikramı görüntüsü geliyor gözümün önüne. Hayatı da ölümü de verenin Allah olduğuna inanmaktan gelen o güçle, belki bir saniye sonra ölmek ihtimali kuvvetle muhtemelken, ama hâlâ ve henüz yaşarken bile hayattan zevk almayı biliyorlar. Demek ki mutlu olmak ile kayıtsız kalmayı umursamazlığı sadece kendi keyfini düşünmeyi karıştırmamak lâzım. Zira düşmanın istediği de bu. Derin bir yeis ve yenilmişlik duygusuna hapsetmek Müslümanları. 

Olup bitenlerden kendi durduğumuz yeri sorgulamak ayrı bir şey, suçlu hissetmek ayrı. Mütedahil dairelerin en altında bulunan bizler ancak maddî yardım dua ve paylaşım yapabiliriz. Fakat gücü yeten İsrail’in gücünü alt edecek her türlü kanalı kapatacak. İslâm ülkeleri birleşecek topyekûn bir tavır alacak. Yönetimler müeyyideler koyacak. Fiilî şartlar ve zafer böyle gerçekleşir. 

Hâl böyleyken paylaşımlara bakıp sen az paylaştın sen hiç paylaşmadın ben çok paylaştım kavgası keşke bir sonuç verse ama nafile. Bir de bu meseleden uhuvvete darbe vurmaktan başka bir işe yaramaz. 

Selahaddin Eyyubî kavlî duasını fiilayata dökmeseydi Kudüs’ü alabilir miydi? Ve ondan önce İslâm birliğini sağlamasaydı? Sultan Alparslan’ın Malazgirtteki duası ve niyazının askeri şevke getirmesi çok manidardır. Lâkin düşmanının silâhıyla silâhlanıp tam teçhizat savaş meydanında olduğu da bir gerçektir. 

Fatih’in askerî dehasına imanın gücü eklenmese fetih müyesser olur muydu? Tabiî ki hayır. Ama şahî denilen topları Macar Urban’a döktürtüp Edirne’den surlara getirten de oydu. 

Gazze direnişini, imanın o eşsiz mertebelerini konuştuğumuz kadar Müslümanlardaki bu parça parça oluş ve ataleti konuşamayımıza da çok fena canım sıkılıyor. Fert olarak ben neden suçlu olayım, onların felâhı için her gün dua ederken. Asıl fail gücünü kullanamayan idarecilerken. 

Dünün Doğu Roma İmparatorluğunu tarihe gömen, asırlar boyu sancak gibi elden ele geçen fetih ve gaza idealiydi. Bugün bu eksikse ve ekonomik kültürel ve siyasî yönden yapılamıyorsa zalimlere kahr bedduası yaptığımız gibi bunlara da gayret duası yapmak gerek. Biz suçluyuz denilen yazılara canımın sıkılması da bu yüzden. 

Bir savaşın akıbetinden kumandanı ve baştaki idarecisi sorumludur. Savaş kaçkını olmadıktan sonra askere kimse bir şey diyemez. Hâsılı her şey yerli yerince olmalı ki tepkiler sonuç versin.

Okunma Sayısı: 302
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı