“Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden gıbta damarını tahrik etmemektir.
Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne takaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkid edip sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidadlarıyla, birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler, hakikî bir tesanüd bir ittifak ile gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre mikdar bir taarruz, bir tahakküm karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.”1
Bu ifadeleri şöyle yorumlamak da mümkün olabilir:
İnsanların fıtratı gereği vücud bütünlüğü sadece maddî değil, manevî organları için de söz konusudur. Bu insana ulaşmak için herhangi bir kapıdan girmek yeterlidir. İnsan bin kapılı bir saraydır. Bu kapılar maddî ve mânevî organları, parçaları, menfezleri, koridorlarıdır. Herhangi biri açıksa diğerleri de açılacak demektir. Bu vücud bütünlüğüne sahip olduğunu gösterir.
Meselâ; bir insan güzel gördüğünde güzel de işitir, güzel de koklar, güzel de hisseder.
Meselâ; güzel bir koku, bir kapıdır. Güzel bir bakış, bir söz, güzel bir duygu.
Bir kapıyı açan içeriden diğerlerini de açabilme imkânına kavuşmuştur. Çünkü gerçekten bozulmamış bir insanda bütünlük, birlik vardır. Merkezî bir kilit sistemi gibi... Bu bozulduğunda zaten o insan madden ya da manen ölmüştür. Bu durumda yapacak bir şey de yoktur.
Buna pek çok örneği Üstad veriyor. Sadece bir tanesi:
“Eğer hasmını mağlub etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zahiren mağlub bile olsa, kalben kin bağlar, adaveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedamet eder; sana dost olur. “Şeref ve izzet sahibi birine iyilik etsen, onu elde edersin. Aşağılık ve kötü birine iyilik etsen, o daha da azar.”2 hükmünce; mü’minin şe’ni, kerîm olmaktır. Senin ikramınla sana musahhar olur. Zâhiren leîm bile olsa, iman cihetinde kerîmdir. Evet fena bir adama ‘İyisin iyisin’ desen, iyileşmesi ve iyi adama ‘Fenasın fenasın”‘desen, fenalaşması çok vukubulur.”3
Meselâ:
Böyle “fenadan çıkmış iyi bir söz” var: Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Sağlam vücut derken vücut bütünlüğüne sahip olmaktan dem vurur. Vücudun bir bölümü sağlam ise diğer bölümleri de ona uyum sağlarlar. Bütünü güçlendirirler. Sonra o bütün her birindeki gücü olur. Hepsi birden güçlenir. (Bu mesele olumsuz tarafından da tartışılır. Bir organdaki sorun vücudu ele geçirir ve öldürür, şeklinde... Bardağın yarısında durum olumsuzsa diğer yarısı ise olumludur. O hâlde, biz de olumlu tarafını düşünüyoruz)
Bu yüzden bir yerden başlamak lâzım. Sonunda bütün vücud maddî ve mânevî olarak “bir fabrikanın çarkları” gibi nihayet hedef için birleşirler. İnsan böyledir; aile de, cemaat de, toplum da millet de... Nihayette insanlık da böyledir.
Fabrika sahibi fabrikayı dağıtmadan...
Dipnotlar:
1- Lemalar, s. 275.
2- Şerh-i Divani’t-Tayyib, s. 710. Mütenebbi’ye ait bir beyit.
3- Mektubat, s. 312.