Sezai Karakoç, “19. yüzyılda teoride Batılı ruhunun ayarlandığı düzey aşıldı” demişti. Geçen yüzyılda ise Batı ruhuna uygun olarak pratik teoriyi yendi. Sadece teknik konuştu. Şu halde Batı ruhu için “hakikatin sonu” ile ardından “hakikat sonrası” dönem başlamış oldu.
Yapay zekâ gibi yüksek teknolojiler bir yerde tıkanmak zorunda. Çünkü bunlar yoğun ve çok yüksek enerji gereksinimlerini arttırıyor. Bunu nasıl karşılayacaksınız. Dünya olmadı ayın arka yüzü, olmadı Mars. Uzun zaman isteyen ve süreci tamamen tersine çevirip insan türünün atlamasına değil yok olmasına sebep olabilir, yüksek riskleri taşıyor bu projeler. Bunu hesaba katmak gerekiyor. Öyleyse, yeni akıl almaz teknolojinin insanlığı getirebileceği yerleri konuşmak gerekiyor.
Bütün bunlar olurken, üretilen araçların ne şekilde, nerede ve ne için kullanılacakları önemli hale geliyor. Bu aslında esası doğrudan etkileyecek bir üslup meselesini gündeme getiriyor. Üslûp elbette ileride giderek bir ahlâk üretmeye başlayacaktır. Ancak şu aşama, doğru üslupları bulma ve gösterme zorunluluğunu yüklüyor. Bu, dönemin meşhur felsefî karşılığı ‘anlamlandırma’ ifadesinden ziyade doğrudan pratik bir yaklaşımı gerektiriyor.
Cenab-ı Hakkın kendisine dağı ve demiri musahhar ettiği Davud Peygamberin (as) başlattığı bir medeniyetin insanlığı bu yüksek teknolojilere getirdiğini görmek gerekiyor. Bununla beraber, Cenab-ı Hakkın ayı ve güneşi kendine musahhar ettiği bir Hz. Peygamberin (asm) ümmeti olarak bu gelinen durumun da Müslümanlar için medeniyet kurmada öncü olmayı gerektirdiğini düşündürüyor.
O halde yeni dönemin Müslüman zihninin Kur’ân’ın elmas kılıçlarıyla fethine müyesser olmasını beklemek gerekiyor. Bunun için de iman ve Kur’ân’ın delilleri, burhanları ile ortaya çıkmak bundan da hiç sakınmamak gerekiyor.
Bediüzzaman tam da burada, “içimizdeki kötümserlere” uyarıda bulunuyor: “Acaba istikbale karşı ehl-i iman ve İslâm için böyle maddî ve manevî terakkiyata vesile ve kuvvetli, sarsılmaz esbab varken ve demiryolu gibi istikbal saadetine yol açıldığı halde, nasıl me’yus olup ye’se düşüyorsunuz ve âlem-i İslâmın kuvve-i maneviyesini kırıyorsunuz? Ve yeis ve ümitsizlikle zannediyorsunuz ki, ‘Dünya herkese ve ecnebîlere terakki dünyasıdır, fakat yalnız bîçare ehl-i İslâm için tedennî dünyası oldu’ diye pek yanlış bir hataya düşüyorsunuz.”1
Bediüzzaman’ın bu asrı ve gelecek yüz belki de üçyüz yıl sonrasını içeren geleceğe yönelik tavrı açıktır. Üstad’ın seslenişi, “Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!”2 yönünde. O halde, irşadın üslûbu önemli, çünkü; medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir.
Bu doğrultuda Üstad’ın şu üslub uyarısını unutmamak gerekiyor: “Risale-i Nur’un mesleği, nezihâne ve nazikâne ve kavl-i leyyindir.”3
Dipnotlar:
1- ESDE,Hutbe-i Şamiye, s. 245.
2- Tarihçe-i Hayat, s. 164.
3- Lem’alar, s. 294.